KAVANOZ 3...
Bir gün gelir, geçersin odana
Kapatırsın kapını dünyaya Söndürürsün ışıkları Dizlerini çekersin karnına Mola verirsin hayata. Sen yapar mısın bilmem Ama ben yapıyorum arada. Farjad’tan, satıe’den Chopin’den schubert’ten veya Bir müzik açar koyarım başucuma. Bu bir toplantıdır aslında Sen, geçmişin, şimdin ve dünya Hep bir arada toplanırlar kafanda Düşünmeye başlarsın. Gel şimdi beraber mola verelim hayata, gel düşünelim birlikte. Odama girdim, ışığımı söndürdüm, kapımı kapadım, yatağıma yattım, dizimi karnıma çektim, gözlerimi yumdum, evet, ben hazırım, ya sen? Başlayalım o hâlde... "Yeryüzünde ki kitaplarda Dünyanın öyküsü anlatılır Hani şu sözgelimi varoluş ve hiçlik Biyoloji, jeoloji, antropoloji, arkeoloji Dünyanın bütün yüzleri Sen kitap okudukça gözlerinin önünden geçiverir birden, Matruşka gibidir dünya, İçinden hep yeni dünyalar çıkan, Zamanın eski sakinleri İlk yolcular, ilk ayrılıklar, ilk yaşamlar Ve ilk ölümlerdir onlarınki. İrilisiyle ufaklısıyla bütün o antik kentler, Kendine has özel dekarasyonları, Kendini anlatmak istercesine bir çığlık gibi patlayan sanatları! Toprağın, havanın, suyun, ateşin, doğanın, gecenin, gündüzün çocukları! Birbir uyanırlar mezarlarından Birbir yabancısı oldukları Şimdinin ruhsuz dünyasına. Ama korkulacak birşey yok neyseki Çünkü diri değil, ölü doğuyorlar artık Onlar yaşadı, Rüzgâr sesiyle, Güneşle, Ay ile, Sessizlikle, Yaşadılar sessizce ve öldüler. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve gezegenler gibi, Kentler, şehirler, uygarlıklar da doğar, büyür ve sonunda ölürler. Hep tuhafıma giden şey; Bildiğimiz veya bilmediğimiz birşeye, bizim varolduğumuzu neden kanıtlamak isteriz? Yüzünü görmediğimiz ve hiçbir zaman da göremeyecek olduğumuz birşeye niçin sesimizi ulaştırmak isteriz? Sanırım bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. İşte zamanın ilk sakinleride, belki bilerek belki bilmeyerek bize kendi zamanlarının öykülerini bıraktı. Bizde şimdi adına bilim dediğimiz şey sayesinde, onların öykülerini okuyor öğreniyor ve varolduklarını biliyoruz. Mola’dayken, yani ışıklar kapalı, dizler karında, hafif bir müzik, gözlerim kapalı, düşünmedeyken, düşünmeye ilk baştan başlarım. Uzun bir yolculuğa çıkmakta diyebiliriz buna, yerinden kıpırdamadan, zihinde yapılan. Kitaplar bazen bir trendir, yeryüzünde dolaştırır durur seni, Kitaplar bazen bir uçaktır, gökyüzüne ulaştırır seni, Kitaplar kitaplar En mavi, en büyük ve derin okyanuslarda, denizlerde buldurabiilir seni. Ama bu öyle bir bakımlık gezinti değildir, bir kaç görüntüden ibaret değildir, gördüğün herşeyi tanıtır sana ve tanıştırır seni onlarla. Bazen kendini bilmem kaçıncı yüzyılda, hangi kabilenin üyeleriyle yerde yemek yerken bulursun, Bazen kimbilir hangi ormanda gezinir durursun, Kitaplar kitaplar kitaplar. Sihire inanır mısınız? Çoğunuzun hayır dediğini duyar gibiyim. Eğer öyleyse artık inanabilirsiniz, çünkü evren bir sihir gibi. Bir anda ortaya çıkan, hani tıpkı şu okus pokus hikayesinde olduğu gibi. Veya modern bir deyim kullanmak gerekirse; big-bang. Her yöne yayılan, sayısı tam hesaplanamayan, her birinin kütlesi, boyutu, yapısı birbirinden farklı olan bu muazzam gezegenler. İçinde sonsuz sırlar barındıran, gözlerimize zevk ve yüreklerimize korku salan bu muazzam gezegenler. Bir açmaz değil mi bütün bunlar, merak eden bizler için? Dünyaya sahne diyebiliriz, zavallı canlılar, düşünceleri olan, idealleri olan, hayalleri olan zavallı canlılar ile dolu olan bir sahne. Evet, bende bu sahnenin bir parçasıyım, bunun bilincindeyim. Ve evet, bende zavallıyım, bana da yazık ! Doğru, dünya bir kitaptır. İlk önce sayfaları bomboş olan büyük bir kitap. Biz insanlar neler yazmışız meğer bu kitaba, meğer ne kadar da dertliymişiz. Algılarımızla donattık kitabı, yazdık ne varsa. Arı gibi, karınca gibi çalıştık didindik, nakış işler gibi hayatı işledik dünya kitabına. Gidenlerin yerini gelenler aldı ve bu hep böyle sürüp gitti, durmadık hiç. Sahidende anlamaya çalışmadık. Keman çalıyor biri, biri şiir roman yazıyor, biri araba sürüyor, biri intihar ediyor, biri ağlıyor, biri saltanat sürüyor, biri bir ideal uğrunda mücadele veriyor, biri umudunu kesmiş, gezegenin birinde değişimler gözleniyor, okula gidiyorlar, işe gidiyorlar, pazara, mezara gidiyorlar, dövüşüyorlar, savaşıyorlar, ürüyorlar, geziyorlar, kaybediyorlar, kazandıklarını sanıyorlar, üzülüyorlar, seviniyorlar, bir yerde deprem, bir yerde tsunami, bir yerde yangın, bir yerde fırtına çıkıyor, günler, aylar, yıllar geçiyor, bu hep böyle, hep böyle sürüp gidiyor sürüp gidiyor, ölüyorlar, doğuyorlar, ölüyor doğuyorlar! Beni yoruyorlar! Yoruyorlar... Bir düşün kurbanlarıyız biz Anlık varolan Bu evren bu zihin Bilinmezlikle donanan Hayatı sevmeyen bir insan Ölmekten korkmalıdır Çünkü yaşam yaşam değil Çünkü ölüm ölüm değil. İnsan aynı anda iki kişi olabilir mi Birbirinden zıt fikirlerle, inançlarla aynı bedende varolan? Ama gerçek bir tanedir. Bana kalırsa ne biri nede diğeri gerçek. Bilinmezliktir tek gerçek! Ahhh, konu nerelere geldi bak... Zor olan şey, sağlığını koruyabilmektir. Akıl sağlığını. Gözünü yummakla, kulaklarını tıkamakla, gerçeklerden kaçamazsın. Dünya, ölü kokan bir fırın, dünya en büyük yanılgı, en büyük hayâl kırıklığı. Bilinçli olmak, nice ıstırapların uğrağı olmaktır. Ateş gibi yanmaktır ömür boyu. Halbuki arkadaşım, gözlerimi açsam, yerimden kalksam, ışıkları yaksam, biraz olsun diner bu acı. Ama mola henüz bitmedi. Düşünüyorum, düşünmekten kendimi alamıyorum; Beni en çok duygulandıran şeylerden biri, üzgün birini görmektir, üzüntüsünde samimi olduğu açık olan. Mesela yaşlı bir kadının, adamın gözlerinden akan yaş bilsen nasıl yaralar beni. Mesela ölmüş yavrusunun başından ayrılmayan bir köpek, bir kedi veya başka herhangi bir canlı, nasıl, nasıl yaralar beni! Sevilmemek kadar sevilmekte ne acıdır ama! Yoksulluk, açlık, mahrum kalmak hakettiğinden, umutsuzluk mesela, hayata küsmek, insanın asla unutamayacağı, onu öyle üzen kıran sözler işitmesi, eşitsizlik, gelir ve cinsiyet eşitsizliği, yalnızlık, ama kafa dinlemek için kaçılan yalnızlık değil, kaçmak istedikçe yakalandığın yalnızlık. Beni en çok duygulandıran şeylerden biri, üzgün birini görmektir, üzüntüsünde samimi olduğu açık olan. Elden ne gelir geçip giden zaman karşısında, varolan ölüm karşısında? Hiçbir şey. Koskoca bir hiçbir şey! Filibeli Ahmet Hilmi’ni şu sözlerini anımsadım birden Amak’ı Hayal adlı eserinden; ( Karşımda Buda Gotama Sakyamuni belirdi. Hazin tebessümü, sararmış çehresiyle " Hiç! Hiç! Hiç! " diyordu. Çok dalgın kaldığımı farkeden bir arkadaş "Yine neyin var" dedi. "Hiç" dedim.) Elimizde iki hayat iki ölüm var Beyin ve evren Ya beynimize evrende yaşamayı, yaşamayı olduğu kadar ölmeyide kabul etmeyi öğreteceğiz yada evren gibi anlam verilemez biri olup çıkacağız. Herkes seçiminde özgür. Yüreğim kaldırmasada, gönlüm istemesede, aklım onaylamasada ben kabul etmeyi seçiyorum. Bu verilmesi gereken karar çok zor olsada, yapabileceğimiz bir şey yok. Çözüm ararken çözümün olmadığını buldum. O halde herşeyi oluruna bırakmalı, şu kavanozdan, şu kaçıp kaçıp durduğum moladan artık çıkmalı, çıkıp bir sigara yakmalı..." 24.01.2021 Pazar Tokat Saat: 21:50 |
Her çağda haksızlığa uğrayan, eşitlik talebi bastırılan, varlığını tanıtma mücadelesi sekteye uğrayan insanın bir geri çekilme zemini vardır. O zeminin genel adı yeraltıdır öyleyse. Çoğu zaman, o çok katlı apartmanlardaki kutu gibi dairelerimizin işlevi “yeraltı”ndan farklı mıdır?
Dostoyevski’nin yapıtında yer-altı, kahramanın peşini yerüstünde de bırakmazDostoyevski, Yeraltından Notlar’ı 1864’te yayımladı. Yoksul, okumuş ve aydın, ama kamusal sahada tanınma mücadelesinde yenik düşen, geri çekilip kendi yalnızlığına ve hayal dünyasına hapsolduğu yer-altından her çıkma girişiminden sonra buhranları daha da pekişen bir “uyumsuz”, kaybedendir yeraltı insanı. Platform’da Goreng ve Baharat, akışı bozmak için yerin altına inmekteydi; buradaysa yeraltı, akışa müdahaleleri başarısızlıkla sonuçlanan tekil aydının son sığınağıdır.
. Kamusal alandaki eşitsiz karşılaşmalarda ona yeraltı canlısı; böcek, sıçan, solucan gibi hissettirirler. Demek ki yerin altını tanımlayan şey, eşitsiz bir yerüstünün varlığıdır. O bakımdan “Notlar”ın derdi, yer-altından çok, yeraltına çekilme, kamusal/sosyal yaşamdan kaçma sonucunu üreten eşitsiz, adaletsiz yerüstü iledir. Öyleyse yeraltından çıkış, sadece yalıtılmış özel alandan kamusal alana çıkışı değil (çünkü eşitsiz alana her çıkış, daha büyük hüsranla yeraltına dönüşü getirmektedir), o eşitsiz kamusal alana eşitlik ve tanınma yönünde bir müdahaleyi de zorunlu kılar.
''Alıntıdır''