SONSUZLUĞA UÇ BEDENİNDEN
Uyandıktan bir kaç saniye sonrasına kadar herşey güzeldir,
Çünkü bilmezsin nerede, kimlerle, nasıl olduğunu, Bilincin henüz yerine, aklın henüz başına gelmemiştir çünkü, Hatırlamazsın çünkü kim olduğunu, yaşadıklarını, bildiklerini, İnsan uyandıktan bir kaç saniyecik sonra ve uyurken tamıtamamına huzurludur yalnızca, Ondan sonrası hep bir travma... Bir ağaç gibisindir, kurtların dadandığı, Gücün yoktur, ellerin kolların yoktur seni parça parça sürüyle kemiren kurtçukları üzerinden söküp atmak için, Beynini ve kalbini bütün yaşamın boyunca kemirir kurtçukların, Ve onların gücüne, azmine bağlıdır süresi yaşamının. Ama uyku bir tür narkoz gibi ve uyanışın ilk saniyeleri hâlâ son etkisinde olmaktır narkozun, Ama sonrası ise vücudunu, beynini, ruhunu kemiren kurtların varlığının, ve seni saran doyumsuz acının farkına varırsın, Daha ağır birşey varsa eğer, o da şudur ki, Seni kemiren kurtlara rağmen, çektiğin dayanılmaz acıya rağmen, gülümsemeye, nefes alabilmeye, iyiymiş gibi görünmeye çalışmaktır. Bu travmaların da atasıdır. Toprağa girmeden kemirir insanı bu kurtlar, ve bir deri bir kemik yaşarsın. ... Bize kızabilirler, olsun, devam et sen, çünkü doğru yoldasın, Dünya sanki bir acı biber, ağzımıza, kalbimize, beynimize sürülmüş, ama acısı yaşamın boyunca hiç geçmeyen! Ve bizi delirten şey ise neden sürüldüğünü bilmememiz. Ne yaptık ki biz? Ne yaptık ki biz? Bilmemekteyiz. Ne tür bir oyunun içerisindeyiz bilen yok, Ama kobay olduğumuz kesin, üzerimizde her tür acı deneniyor, Üzerimizden hayat, ölüm, evren geçiyor, pestilimizi çıkarıyor! Bu şey kaygan, bu hayat vıcık vıcık, Tutunmaya kalksan kayıp gidiyor! Sonunda hepimiz bir bir düşüyoruz bizi bekleyen mezarlarımıza. Arkamızdan diyorlar; bu hayat ölümü oldu, hayat onuda öldürdü! ... Birbirimizi yiyoruz biz yalnızca, birbirimizi hiç doymadan. İnsan hayvan yer, Ölürsün hayvan seni yer, Hayvanı hayvan yer, O hayvanı sen yersin, Hayvan hayvanı yer, O hayvanı bitki yer, Bitkiyi sen yersin, Hayvan seni yer, Sen onu yersin. Bu iş işte böyle! Her canlı birbirini yer... Bu dünyaya ilginç bir lokanta diyebiliriz, üstelik yanılmışta olmayız. Neden ilginç? Kendin pişir kendin ye gibi, Kendin avla kendin ye, Tek koşul ölü olmak. Öldürmek. Dünyalı olmayıpta dünyadan uzak bir noktadan dünyada olanları seyrettiğinizi düşünün; Aman tanrım, vahşet! Her canlı birbirini yiyor ve bu doğal karşılanıyor, saçma sapan, doğanın kanunları deniliyor! Bununla kalsa iyi, Bir yerde deprem, bir yerde yangın, sel, tsunami, hortum, fırtına, çığ, ve daha niceleri yaşanıyor, ölüyorlar! Bununlada kalsa iyi, eğer doğa yüzünden ölmezsen bile yine de bir şekilde öldürülüyorsun. Kaynaklar için, maden, petrol ve benzeri kaynaklar için iktidarlar devriliyor, insanlar öldürülüyor. Daha basit bakarsak, hırs, ego, tutku yüzünden, para için, bir anlık öfke için, reddelmiş olduğu için, bunlar neyse, hiç haketmediği için bile sayısız insan, sayısız hayvan, sayısız doğa katliamı yaşanıyor! Ama daha kötüsü ne biliyor musunuz? Bir canlının hayallerini, umutlarını, güvenini, iyiliğini öldürmek! İşte dünya böyle... ... Hani ekranlarda günlük corona durum raporu yayınlarlar ya, Aslında bunu hep yapsalar işte o zaman nasıl bir dünyada yaşadığımızı anlayabilirlerdi anlamayan insanlar. Yani şöyle anlatayım; Bütün dünyada her gün durum raporu yayınlansa, Bugün ölen sayısı Bugüne kadar toplam ölen sayısı Bugün ağır hasta sayısı Bugün hastalığa yakalanan sayısı Bugün umutsuzluğa düşen sayısı Bugün herşeyden vazgeçen sayısı Bugün yatağa aç giren sayısı Bugün sokakta yatan sayısı Bugün işkence edilen sayısı Bugün kavuşamayan sayısı Vs. Vs. Vs... Dünya çapında böylesine geniş kapsamlı bir rapor yayınlansa, Bir günde çıkan sonuçlar ortaya konsa, sonuçlar ne olurdu düşünün bakalım. İnsan dünyaya nasıl bakardı düşünün bakalım. Günde yüzbinlerce insan hak etmediği şeyi yaşayacak, günde yüz binlerce insan ölecek. O yüzden aşırı ılımlı pozitif insanlar, bizim karamsar ve hüzünlü yanımızı sevmemeyi, bizi eleştirmeyi bırakıp, hiçbir şeye faydası olmayan havaya atılan nasihatlarını katlayıp çöpe atmayı öğreneceklerdi. Dünyadaki bitmeyen savaşı en gerçek yüzüyle göreceklerdi. Belkide bu günlük yayınlanan rapor, halkların düşünsel yanında bir şimşek gibi çakacak, bütün dünyada kökten bir değişime neden olacaktı. İnsanların çoğu gerçeklerden habersiz, toz pembe yaşıyorlar hayatı, uyanıkkende narkoz etkisindeler onlar. Devletlerin insanlarına, insanlarının beyinlerine verdiği uyuşturucudan bi haberler. Bu devrimcileri anlayamıyorum ben, Umuttan, işten aştan dem vurarak insanları değiştirmeye çalışırlar. Oysa çok yanlıştır bu, insanları böyle değiştiremezsiniz. Çünkü hangi tezi atarsan at ortaya, soyguncularda anti tez atarlar. İnsanlara dünyanın nasıl bir morg olduğunu anlatın, günde yaşanan belki milyonlarca ölümü anlatın, yaşanan milyonlarca acıyı anlatın. İdddiaya girerim ki beyninden vurulmuşa dönerler ve bu kadar aşağılığın yaşandı dünyada, birde sömürülmeyi asla kabul edemeyecek bir hâle gelirler. Gerçekleri anlarlar. Yeter ki doğru yöntem kullanılsın, benim önerim bu. İnsanlara cehennemi gösterin ki, olmayan hayâli cehennemlerden korkmasınlar, insanlara cenneti inşa etmeyi öğretin ki, hayâli cennetlere, o hayâli üretip onlara pazarlayanları, o hayâli cennetlere siz gidin, biz cenneti burada inşa edeceğiz diyebilsinler! Varoluş ve Hiçliği kavrayabilmeleri için tarihin rolü büyüktür. ... "Hayat bir işinize yaramadıysa, boşu boşuna geçtiyse, onu yitirmekten ne korkuyorsunuz? Daha yaşayıpta ne yapacaksınız? Niçin günlerine yine sefalet içinde yaşanacak, yine boşuna geçip gidecek başka günler katmak istiyorsun? " Lucretius Carus. İlk önce Lucretius carus’un bu sorusunu ben cevaplayayım, sonra sizin için nedenini kendi içinizde siz cevaplayın. Sözlerime başlarken Lucretius’un hakkını vermem gerek, sonuna kadar haklı bence. Peki neden hâlâ yaşıyorum, daha biraz önce dünyanın tanımını en gerçek yüzüyle yapmışken hemde? Şu yüzden; Bizler dünyanın bülbülleriyiz, dikkatle olan biteni seyrederiz, düşünürüz ve anlarız, daha sonrada anlatırız şakıyarak, öterek. Bizde böyle bir canlıyız işte. Biz ; "Şairler". Bunu ne için yaparız bilmem ama Lucretius Carus niçin o yaşa kadar yaşayıp, bülbül gibi onca gerçekliği anlattıysa, sanırım bizde onun için. Bu söz, artık anlatacak hiçbir şeyi kalmamış insanlar için daha da geçerlidir. Bir gün kelimelerimiz bittiğinde, niceleri gibi, Lucretius ’ un sözde adı geçen eylemini yapacağız. Şairlerde ölür, yazıları kalır. Ama bazı insanlarda, sevgi bağına ilmik atacağım derken yanlışlıkla kördüğüm oldukları için vazgeçemez dünyasından. Dünyayı sevdiklerinden değil, tam tersine, dünyada ki bir kaç kişiyi sevdiğinden dolayı bu acımasız dünyaya katlanır. Kendisi için yaşamaz, sevdikleri için yaşar ve o ya yıllar önce çoktaaan ölmüştür, yada ezelden beri ölü doğmuştur. Ölüm, kapımızı çalmayı beklemiyor, ölüm biz davet etmeden çoktan içeri girmiş bile, zevk içinde, çektiğimiz acıyı ve o acının bizi ona teslim etmesini bekliyor, seyrediyor. İnsan artık sevmediğinde ölür birşeyleri. Sevgimiz ne zaman bittiyse, o zaman ölüyüz demektir. Bülbüller gülünden kendi isteğiyle ayrılamaz, onu sevmektende vazgeçemez. Böylelikle dertli dertli öter ömür boyu. En sonunda da kimseler görmeden hiçliğe kanat çırpar, sonsuzluğa uçar... 27 ocak çarşamba 2021 Zile Saat: 12:00 |
Güzel bir şiirdi, beğeniyle okudum. Nice güzel şiirlere diyor, Şair Arkadaşımı içtenlikle KUTLUYORUM...