Ey hayat...
Terkisine gülüşünü atıp dört nala koşan hayat...
Sağımda, solumda kaldı, parmak uçlarına basarak yürüyen, gölgelerin ayak izleri. Susunca bir başka oldu bu şiir... Bir başka okudu içimdekiler, bir başka dinledi kocaman kulaklı cüceler. Avazın çıktığı kadar bağırabilirsin dedi o hayta, açılmadan gecenin zorba kapıları... Neydi bizi gökte esir, yerde körebe yapan, bileklerimizden aşağı sarkıp mavi günaydınlığımıza sataşan. Kırıp dökerken saçmalayan bir dün gördün mü sen? Ya da buğünü beklerken çekip giden bir şiir. Bulanınca boğulan suya benziyor... çillerini sayarken düşürüp kaybeden, uçurtmaların öyküleri... örükleri beline kadar uzanan, bir çocukluk adım... ben o kız, şu ve bu da arkadaşlarım... ötedeki gülüşün hizasından çekilmiş kareler bulanık, eksik bir yanım var yanımda... Avuçlarımdan kavga suları akarken büyüttüğüm parmaklarımın solma vakti... Hep bu saatlerde işaret parmağım hareketsiz, gösteremediklerim var!. Işığa benzer, biraz uzak, yolun karşısına geçince ilerde... gitsem mi?... Çağrılmamak için ismini alıp gidenlerde, kalmadımki hiç... Neydi bizi gökte de yerde de taş, kaya yapan? |