mavera...
sırtımda taş devrinden kalma bir ağrı
ağrıyan yanımın emsiz reçetesi sevdalar anlaşılmazlığın kenar mahallesi benliğim bunca yüke rağmen günahlarımı giyinip mavera’dan geldim dünyanın bu arsız kuyularına kim attı beni Lut gölü, İbrahim ateşi, Yusuf kuyusu recmlere razı benliğim içine bunca irin akmışken bağışlanır mı insanlığın piyan hali kelimelerime örülmüş duvar yüksekliği dağ yalnızlığı kocaman bir dünya dileklerim yıldızlar kadar uzak hüzünler ip bağladığım ağacın kırık dalı zamana mütalaa veren zamansız düşünceler fecrimden kızıl kanlar dökülür dökülmez sür beni bu limandan mavera bir yalnızlığa kürek çeksin anılar varlığıma beyaban melal hallerim dilime raptiyeleyip dişlerini dudaklarıma zımbalanan sözcükler nehrinde bir ter yatağında boğ beni meylini rüzgardan alan yaprağım savrulurum soluklarının oluğuna ten narında ensefalit haller geçiririm nirengi bir acı sarana dek çağları etcil bir iştahla Havvayı öperken Adem Cebelü’r-rahme’de gaflet doğurdu vakit kulaklarımda ketum ezgilerin filhakika tınısı beni çağıran tanrı kimin aysız gecelerde tay koşusu içimin telaşları ruhuma nal çakıyor hayasız bir fütur bencillik üçgeninde cen karışımı genlerim rahme düşen hiç bir hayalim yok benim çok şey istemiyorum haydi, beni de şehvetle parçala hazır kevserinden yudumlamışken ağı doğuşumla bahşedilmiş ölümle tanıştır beni vahşi hayat merkezinin laza katı ter kokusu, ölüm sunağı ömrüm göze hoş gelen konfora bakıyor herkes ruhun loş duvarlarının ardı görülmüyor çağdaşlığın miyop halleri olsa gerek acaba tellerine takıla takıla şev badirelerden geçiyorum içim çelik çomak, bulmaca misali yalnız adresler koğuşu odam genzimden vurulduğum bir zaman kimseye görülmeden kendi aynasında büyüyor nalan ateşe verilmiş yorgana sarılı geçiyor zaman dünya cem ile cemre arası insan doğuştan katran hangi peygamberin soyundan gelme tefsiri mümkün olmayan bu acılar bilmiyorum... |