KAPILDIM HAVF-İ FİRÂKA
Kapıldım havf-i firâka; gâh, ümit-havf denen tuvâ…
Düşmemek için ıraka, gâh sustum, gâh dedim rûha: Kapılma ha hiç meraka, işte sana tenden yuva! Havfden, bir ara bıraka oldu; sükûnuna ettim duâ; Yetişti sûre-i duhâ; okudum durdum, sâkin oldu. Kahr-ı ata ile sakîm buldu beni, kıldı devâ; Ata sağsa da, bir yetîm buldu beni, kıldı evâ; Nefs-û tâğûtla gittiydim; buldu beni, kıldı hedâ; Fakîrlikten de bittiydim; buldu beni, kıldı ğanâ; Teveccüh ettim ben de ona; andım durdum, zikir oldu. Ana ana ben kâlbimi yaktım; dervişlik hoş, bâba Sevdim de ben bir rabbimi, baktım,; gidişlik yok hûba Hûba olmadığı gibi, tutuştu dîldeki sûba, Hem de soba yakar gibi, çatır çatır oldu sûba; Tûba dallarından şûba çattım durdum, pür nûr oldu. Teselli oldu çok bana, ana ana nice daha… İhtivâsı çok hoş ma’nâ; tedavisi, dedim: Aha…! “…vemâ kalâ…; …fe eğnâ…; kaldırdı bu, beni şaha Küheylân olup, o yana-bu yana sapmadan daha, Çevirdim yönüm Allah’a; koştum durdum, hızlı oldu. Demi, “Tarfete ayn” idi; bastı bir ayağım maha; Öbürkünün bastığı şemsdi; sidre-i müntehâ aha…! Oradan bir uçumluk idi; geçecektim öte daha… Tabi ki geçesim geldi, gidesim geldi sekiz saha(!) Ki, on sekiz binden bahâ; umdum durdum, güzel oldu. Şems ve mah, muallâk taşı misâliydi bana, aha…! Çünki, oradan tâ Arş’ı aşıp gidecektim daha… Sevdiğim Mevlâ’ma karşı kapıldım kaldım tamaha Hâşâ! Nâ mekândır zâtı; böyle çalıştım izâha; Gönül verdim Hakk ilâha; yandım durdum, sıcak oldu. Ne, cehennemdeki sakar korkusu itti beni ona, Ne de, cennetteki bahar kokusu çekti beni ona; Çeken beni ona, esrâr imiş zâtındaki daha; Nice cevherâttan ebrâr imiş katındaki bahâ ; O da, aşk imiş vallâha; çektim durdum, sevdâ oldu. Gaybetim, benden göç imiş benden içre Ben’e(!); zevâ; Kaybettim beni, güç imiş; ben, o Ben’deymiş; çün, evâ; Taatim, gece geç imiş; devâ aşkmış, kâlbe revâ; Saatim, gene üç imiş; taat saattan da bahâ; Saat üçten tâ sabaha… sevdim durdum, şeydâ oldu Sevdâlanmış bülbül güle, misâli sevdâlandım ha! Sadâylanmış hep bir güle visâli bülbülün daha; Hep zâr yakışır bülbüle; sûzları bülbülün, bahâ Şeydâlanmış, uçmuş göğe tozları bir külün daha, Şeklinde biri oldum ha!; Uçtum durdum, fenâ oldu. Anca açmış gonca bir gül, anca sönmüş bir küldür ha! İçte koku saklayan gül, koru saklayan küldür ha! Eh, gülden tutuşan bülbül, külden tutuşan kuldur ha! Ağlama, gel, öl, ama gül! Tümü, zü-l celâl Allâh’a Tutuşmaktır hem vallâha; yandım durdum, hep kül oldu. Deşileceğim eh bir gün(!) eski kül olduğumdan ha! Sönmüş olmaz külüm o gün, nohut kadar(!) korla daha; Yanarken dirildiğim gün, dirilirken yanacağıma Epey inandığım içün, yanacağım Allah’ıma; Sûr yeter tutuşturmağa, dedim durdum, özlem oldu. Bülbülün hep yandığı gül, anca açmış gonca daha; Banaysa seher, gonca gül; çün, gonca gibi koka ha! Kokuttu beni seher gül, ulaşmadan tâ sabaha; Sabah çalılıkta bülbül, duyunca kokumu daha, “Sen, gülsün” dedi illâha; koktum durdum, mestân oldu. Gül, ben değilim a bülbül! Seherde kokan koku ha!!… Seherden sürdüm be bülbül! Bülbül benim, koku aha…! Daha yeni kokladım gül; koku verdi gülüm bana; İster sevin, ister üzül, süründüm senden çok daha… Ama, zerre aslında ha; sürdüm durdum, kürre oldu. Onun medârı, habîbi; oluşturmuş menbaını ha; Ne yapacağım tabîbî? Buldum seher ânını ha; Bitirdi tüm dertlerimi, alınca reyhânını ha; Bir reyhânını değil ki, reyhân saçan yağını daha, Aldım dîl kabına aha… Kattım durdum, kumkum oldu. Aşk pazarına bir celeb olmuş tüm bunlar, bolu ha… Halk hazarına bir taleb olmuş, kumkumlar dolu ha; Bak, marazına şifâyeb olmuş kokular, koku ha…! Hakk nazarına bir sebeb olmuş bunlar; buyurun ha…! “Alın ha, kokun ha, aha…!...” dedim durdum, alan oldu. Geçemez tatta ilelebed ballar lokumlar bunu ha; Banamaz hiç ilelebed ehl-i zakkumlar bunu ha; Kılarsa bir mü’min taleb, biraz yudumlar bunu ha; Bazısıysa, bir tek edeb ile vakkumlar bunu ha, Ki onlar da, âşıktır ha, Dedim durdum, yanan oldu Kim mi yandı? Ben yandım be! Yandım be bülbül, Allah’a; Ben hem yandım, hem koktum be; koktum be bülbül, vallâha; Kokmamak, elde değil be! Biraz gül kokusu koka, Biraz yanık kokusu be, götürdü beni Allah’a; Koku derledim sabaha… yaydım durdum, akşam oldu. Hayretle gözler çok gözler, semânın encâmını ha! İbretle izler pek gözler, gecenin hencâmını ha! Seherde izleyen, izler nicenin endâmını ha! Gelir doldurur niceler, o seher meydânını ha…! Saçarlar reyhânını ha! Aldım durdum, kokum oldu. Be, her kokusundan alıp durdum heyacânını ha! Seher uykusundan kalkıp, buldum en nihânını ha! O, gül kokusundan olup, bildim öz ceyhânını ha! Hakk korkusundan ağlayıp, saldım göz seyhânını ha! Suladım gül fidanını ha; döktüm durdum, güllük oldu. Gül fidanı aşk fidanı; dîl meflahında bin vahâ… İflâh ettim dîl meflahını, yaptım vahâdan bin sahâ; Şebnem sarmış fellâhını, suya hacet yok bir daha; Getirmeden sabahını, oldurmuş goncayı bir daha; Topladım, elimde aha…! Sıktım durdum, yağı oldu. Dökmeyiz yere, errâbız ne de olsa; epey bahâ; Devamlı da yağlanırız; eh, belki de peyderpey ha… Seher gülü koparırız; seher varken, ne koklarız ha?! Cennet gülünü koklarız koparıp koparıp daha… Toplayıp toplayıp aha…! Yığdım durdum, pek çok oldu. Parladı yağı mübarek, bî cihet oldu sahâ; Doğu ve batı giderek, yoktu veya boldu daha… Benlik karanlığı, giderek ilk akşamdan soldu daha; Geceye gündüz girerek aydınlık oldu tüm sahâ; Hakk’ın nûrunu bin defa dedim durdum, destân oldu. Bülbül be, sev de sev gülü…! Açık değil gonca daha; Hiç sevmeyen gonca gülü, âşık değil bunca daha; Böyle uyardım bülbülü; dedi: yağı onca bahâ… Dedim: almış bu, ödülü; hani ödül? Dedi: aha…! Eh, bayağı yağlı gaga; baktım durdum, ibret oldu. Nasıl olmasın ki ibret?! Demin konduydu o daha; Gülistâna dalıp –hayret…!- emîn konduydu o dala; İçi bülbülsü asalet, dışı birazcık budala; Goncaları femde seyret; gezer o daldan bu dala, Şakımaya dala dala… Duydum durdum, mestân oldu Goncasını seve seve… dallarında yata yata… Hep kanını döke döke… dikenine bata bata… Sevdim diye öte öte… keyifleri çata çata… Duyurur sesini öte… nâraları ata ata… Femde gonca; yapmaz hata; baktım durdum, hayret oldu…!... Fem-i bülbülde gülden tatlı, diken elemiyleyken Ve gül deminde gül adıylayken her hâliyle diken; Ödül deminde gül gibi iken her tadıyle diken, Güle ne hâcet bülbüle, femi diken tadıyleyken? Dikensiz halinde iken baktım durdum, sessiz oldu. Başlar femi, güle hasret bülbülün gülle siftaha; Alır fem, tattan bin huslet, ama dem ile müntehâ; Dem-i müntehâyla uzlet tabii, değil dem-i mübtedâ; Yani beyne-d demeyn lezzet bula; eh, sonra müntehâ; Sonra bir daha müştehâ; gördüm durdum, sekte oldu. Sektesizken a be bülbül, icrâ kıl aşkı, ille ha! Sekteliyken bırak bülbül aşkı icrayı, n’ola ha?! Güle yâr denmez be bülbül, zâr denir; bî zâr etmez ha! Gül-i zâr ki, ağlayan gül; ağlatır da güldürmez ha! Tamam! Belki, öldürmez ha!.. Dedim durdum, yorum oldu Çün bülbül, ne yer, ne içer; … ne sever…? Yaradan salar Onu gülistana; n’eder, eder, bir aradan dalar, Bulur bir gül, sever sever, sonra öter, meşke başlar; Nasıl bir aşksa… kim bilir?!.. Bayağı bir aşka başlar; Ama, aşka başka başlar! Yordum durdum, güzel oldu. Aşkın hâlinden bir hâlet alıp durmuş aşka, aha…! Dedim: Alışkın be, hayret!..dalıp kalmış o Allah’a; Kendinden emin bir sûret… ama pür edeb ve daha… Rabbinden hemen bir nusret almış olabilir ki, …ola! O da, sev diye bir vehâ; sezdim durdum, hayret oldu. Ama, bir kuşku var ki, şu: Ya gülde takıldıysa ha…?! Hakk’ı severken, hoş bir gül arayıp bakındıysa, ha…?!… Nasihatim var demektir, ma’nânın farkındaysa ha…?!... Hele bir de tam üstelik, aşkının çarkındaysa ha! Yok-değil; firâkındaysa ha…?!... Yordum durdum, berbât oldu. Gülü sevmek, yağı almak demekti; iyi bak izâha…!... Ki, izinli bağa dalmak ola ha! Gerek yok mizâha; Yağına müsaade almak demekti, yok başka daha… Hesâbsız dayağa banmak, dikendi ve daha daha… Nasibsiz olmamaktı ha! Bildim durdum, gayret oldu. Varsa Hakk’tan aşka düşme nasibi, düşürür dağa; Dağ kâlbtir, başka düşme yoktur, varsa düşürür ağa; Yani, sağa-sola düşme olur ki, nâ varır dağa; Ehh, dağ başında üşüşme olmaz, döndürdüm hep bağa; Çalıştım, eriştim yağa; bandım durdum, devâ oldu. Asîd kalmaması gerek kumkumunda; alsın hava; Mavrı olmaması gerek bananlara, bak dur yağa… Şems-i aşk vurmuşsa direk o kâlb dağa, ban dur yağa… Başta, ban; sonra giderek dîl gagayı daldır yağa; Alıp, ben de ele ayağa sürdüm durdum, şifâ oldu. Cehenneminde yanmadan, yanayım aşkında daha… Kalmasın ora atılmadan yanacak, şaşkında daha… Ne te’sîri olur nârdan, nâra alışkında daha? Yeterince yandım aşktan, tâ o ilk başında daha; Kaldım ataşında daha; girdim durdum, yaman oldu. Duman oldu ataşından ALİ, ilk başında daha; Tâ ki, küçücük yaşından beri, hep taşkında daha… Taşırdığı göz yaşından, kirpiğinde-kaşında aha…! Mevtâyken bile aşkından, yaşlar naaşında daha… Yakmaz sakar ataşından bir ataş, aşkından daha; Şimdiden bu göz yaşımdan serptim durdum; berdân oldu. |