YARATANDAN ÖTÜRÜ...
Yaratandan ötürü yaratılanı sevmek,
Yaratanına götürü âdetleri kadar demek; Yaratılanlar bir türlü götürür yaratanına, Ama yaratan her türlü tür vermiş yaratılana; Yaratılan türlü türlü olsa da, götürür bir türlü, Bu da “Oku!”da örtülü; oku da oku her türlü… Aşk olsun o okuyana, bu bir tür Alfe-be demek... Okuyanı okutana bu okumaklık götürü. Bilebil Elifi Bê ile, Bê’ yi de o “Oku!” daki ilm denilen metâ’ ile; onsekizbin okuldaki âlem denen detay ile düşün düşün, hoştur işin; Düşünmeyip, hata ile gaflet etsen boştur işin; Hoş iş aşktır Hudâ ile, fenâ denen edâ ile, Canı ona fedâ ile; aşk seyfinde ceydâ ile Uzandığında hoştur işin; bak keyfine ukbâdaki Meyvesine bu erişin, tâ tadına şeydâ ile. Doy tadına sevdâ ile o demde yansa da canın; Sevdân yoksa Hudâ ile, o demde çıksa da canın Tûba ağacına cudâ ile, dalları ıraktır sana, Olmak seyr-i Hudâ ile halleri firâktır sana; Eller olur Hudâ ile, sen cüdâ ile, olur mu? Olanlarda cüdâ ile, berhudâr hâli olur mu? Fedâ ile ola edâ o cânâna tatlı canın; O cânânın Hudâ, sana yârken bu canın durur mu? Cânân heyecânı ile malvetini bitiriverir Can atar cânânı ile, halvetini getiriverir; Hemen makberdeyken bile alır cinân kokusunu O cinân kokusu ile koklar cânân kokusunu Cinân bile cânân ile kokar, bilmek gerek aslında Onu can bilemez bile ikinci malvet vaslında Ortalığın kokusunu alınca deliriverir Anlar yârdan olduğunu koklarken halvet faslında. Ucu şu dem o reyhânın, yanık kokusudur tende Dumanı vardır yananın, iyi bakın, bedeninde Vech-i âşıkta, inanın şebnemidir hep ter gibi Bulaşan fem-i âşığın, neşvesiyle hep yer gibi… Yaptığında o âşığın, çeşmî giryânla karışık Yuttuğunda, o ataşın hararetine alışık; Elhamdülillâââh… der gibi inlemeler kıldı bende; Yaktı beni ciğer gibi, kara kömür gibi, yaklaşık… Buna deniyormuş sevdâ, karalığından, yaktığından… Arada naz denen vedâ aralığından baktığından, Uzanırmış hemen ceydâ aha vur diye cânâna, Olmamak çün ondan cüdâ, daha da vur diye cana; Zaten aşktan vurulmuşa vuramaz seyf onun gibi, Acı ile yoğrulmuşa olamaz keyf onun gibi; Nedir bu firâk bu cana diye nice yandığından, Gözünden de yaş aktığından, bulamaz keyf onun gibi. Bulacak ama cinânda ondan a’lâ cemâliyle, Olacak ind-i cânânda seyr-i cemâl ahvâliyle; Dön can, rabbin cânânına! râzıca hâlde o-l rûzda… Dediğinde cânân cana, o ahvâlde oluruz da… Buluruz canı cinânda cânânıyla kılmak için; Can, cânânın demek ise, cânânla olmamak niçin? İnşeallâh oluruz da ondan cinân malvetiyle, Uzz’da cânân halvetiyle hep sıçrayıp durmak için. Medâr-i cezbeymiş o dem ehl-i îmân ben-i âdem’e Mevlâ’yı sevmekmiş bu dem o cezbeden ilk kademe; Ya nâr-i cehîmde o dem nâr, ya nâr-i aşkta bu dem; Yanmayan nâr-i aşkta bu dem, yanar nâri cehîmde o dem; Nâr beğen ey ben-i âdem iki nârdan! Aklın varsa Nâr-i aşkı beğen, madem yaratanın sana yârsa; Onu yâr bilmeyen, bu dem olsa bin canla idâme, Yanar kademe kademe, her yanını deryâ sarsa. Na’palım? Nefs serkeş kalmış, ama sev der bana gönül; Nefsim Leylâ peşine dalmış; Mevlâ peşineyse, gönül; Nefsim gönülle dalaşmış; gönül gâlib, hele şükür… Dedim gönlüme: Kudurmuş nefsime şöyle bir tükür, Aklı başına gelsin hele bir… Âkil işi sevmek imiş Allâh’ı sevsin dedim bir; sevmek de bu sevmek imiş Nefsim emmâreyse de , şükür, Allah’ı seven gönül; Sevince aldı bir ödül, o da hep sevilmek imiş. Yasak konulsa seven çün cennetin sekizine de Kilit vurulsa bâbına cehennemin yedisine de, Tutulmayacak ıkâbına sevmeyenleri Mevlâ’nın, Cezâsı yok tamamına gönül vermenin Leylâ’nın… Denilse de, tamaına kapılmam Mevlâ’m tek yârken Bir can cânân olmaz cana, bu canım Hakk’a yanarken; Cihân denen züleyhanın Yûsuf değilsek gözünde, Cânân sanıp, koşturmanın anlamı neydi kaçarken? Canı nâ cânân Züleyha, görmüş Yûsuf’da cânânı Demiş, heyte lek, gel, ey ha…! Karıştırmış canla cânânı; Mefarr kılmış kenânı ha Yûsuf da, …düşmüş zindana Ancak can olan züleyha nâ cânânının inadına. Züleyha dahil her Leylâ, can Yûsuf’dan geçememiş Bilememiş, cânân Mevlâ; candan cânânı seçememiş Geçememiş hak cânâna, düşünürken has canını; Geçince candan, bu kez de cânândan canı seçememiş. Geçmiş cânâna o canı kullanarak tam deminde, Ezerek biraz o canı, canı çün taht-ı kademinde; Dar etse de bin Kenan’ı o cana cânân bu diye, Bildi mi aceb o canı, cânâna salan bu diye? Cânândan geri kalanı, can Yûsuf’uysa da bilmez Bilse bile de o canı, çağırdığında tam gelmez Gelse de isteksiz gele, bahâne eder şu, bu... diye Benim sevdiğim Hû diye, eski Züleyha gibi sevmez. Eskiden kovalıyordu onu cânân sandığından Şimdi de oyalıyordu Hakk cânâna yandığından; Sevgisi çoğalıyordu cânâna, unuttukça canı Canı hep unutuyordu hatırladıkça cânânı; Can, bir mi’râc oluyordu cânâna bin neşve ile Baştan sevseydim diyordu cânânı, bin keşke ile; Can Yûsuf’tan oluyordu Hakk aşkını tattığından, Vazgeçti can Yûsuf’undan, cânânı iyi seçme ile. Belki de nice ağladı iki göz-iki çeşme ile Önceleri hep aldandı hep canlara ilişme ile; Candan cânâna sağladı geçmeleri, andığından Kenan’a haber yolladı, canı cânân sandığından; Önce cana yandığından, cânân dururken en yakîn Duyulmadı bandığından böylesi aşka tiryâkin Aldı aşk istidâdından rûhta bir gelişme ile; Ol cana ilişme ile oldu cânâna pür yakîn. Cânândan firâk, mazhar-ı nâr ki, cehennem türünde; Firâk nasılmış âşikar, cehennemi bir görün de…!... Anlarsınız bu firâklar firâkının dehşetini, Hem de en dehşet duraklar durağının vahşetini; Ama, ne vahşet…! Besbeter…! Yakmağa nice ğarâmâ… Hakk’a firâkından başlar, hiç ırağında arama, Kim ki harâma ğarâmâ, hayat sürerken ömründe, Yandı demek öbüründe, hiç de kurtuluş arama. Firâkını ırak et ki, ırağını yakın ede; Yakîn cânândır hep cana, can cânâna akın ede; Sakın etme hiçbir canı cânânından, yazık ola Canı cânânından edene cehennem azık ola; Azıcık olmaz, çok ola, bol ola, bundan uzak dur! Uzak durmazsan yol ola buradan nâra, tuzak kur; Tuzak, ballandırmaktır canı aşk ile; yakın ede; Canlar kızaktır, canı cânâna kaydırır, kızak vur. Gayya imiş hep oralar, Yûsuf’u da atsalar da Canı onun cânân çün atar, yaban ele satsalar da; Hem yaban el, hem yaman el; ellerde ne eller varmış…! Hem kapan el, hem satan el, hem el atan eller varmış; Allâh’ın eli en üstte; el atan, etse de gayret Köleye köle olmuş melîke, melik’e rağmen, hayret…!... Melîke melikin değil, köleyi zindana tıksalar da Çok Leylâ, karşı çıksalar da, Mevlâ neyler, bak, seyret…!... Kuruldu Yûsuf’a Kenan ellerinde çifte tuzak Biri kuyuda pek yakın, öbürü kuyudan uzak; İlki, yılandır dil uzatan çıngırdaklı türünde, Öbürü, yalandır dil uzatan, fingirdekli türünde; Şükür çıngırdaklısından kurtuldu, izn verdi Mevlâ, Fingirdeklisinden çekti, ismi Züleyha, kendi Leylâ, İşi mümâzeka, dişi kişi, elinden gelen mazak, Ne gömlek dinler, ne kazak…Esirgesin yüce Mevlâ. Canına can attığı çün, zindanından bir bıraktı…!... Pir bırakmadı; aşkı çün melikeliği bıraktı; Hiç candan cânân olur mu, can feleğin çarkındayken? Gayri, cânânı bulur mu can, başka can derdindeyken? Kenan, dişdi çark-ı feleğe; Yûsuf’a, takvâsı yağı; Benzese de huy meleğe, çizdirdi libâsı bayağı…!... Libâs mazık, yola devâm… Kuyu, zindan, taht… duraktı; Yûsuf hepsini bıraktı kaptırmadan eli-ayağı… Kurulmuş kurban pazarı Kenan ellerinde, candan, Eller kurban derdinde, kurban can derdinde, ondan; Ama can, cânân derdinde, çün can atar hep cânâna; Can böyle atılır, önce kuyuya, sonra zindâna… Visâl, firâk ile lezîz de ondan firâk vardır biraz Önce ırak, sonra firâk, yani durak vardır biraz; Bu biraz da nazdır cana, aşkın özü olduğundan; Cânândan cana imtihâna,yapmamak gerek i’tirâz; ALİ’ye yapın i’tirâz, şaşkın sözü olduğundan... |