2
Yorum
8
Beğeni
0,0
Puan
1287
Okunma
alt dudağında mor
leke,
parmağında
gümüş bir yüzük
gamzelerinin çukurlarına
dolarken nehirlerin
iç/selleştirirken
kavim kavim
göçlerini
boşluğa uzanan
ellerinde/düş
-sesi geçmişin
kırılgan mağrur
kapı eşiği yalnızlığında
aklının derinliğine ilerleyen
kalabalıklar bulursun
önünde mavi bir pencere
gözbebeklerini kapatır
perdelerin kanatları ki
savurur seni
dışından içine doğru
ıslak ve karanlık
sokağının
her iki tarafından bakıp
gelmeyen ve gitmeyen
gölgelerin izlerini ararken
sen,
her şey zamana kurulu
bir an..
ve artık yarı açık
omuzlarında
kapanan kapının
metal sesi yükselir.
iyot kokusu gibi;
eğer göğüs kafesinin içinde
bir liman bulmuşsan
kıyılarında demirlediğin,
kaçıncı seferden sonra
dönecek
içinde unuttuğun o kimse,
yalnızlığının atlaslarına.
hiç el değmemiş
coğrafyalarına ki
sana ben
‘ bir adım öteye geçemezsin’
derim de
aks eder sesim
ağız boşluklarımın sınırlarında..
çok gereklide değil
omuzlarını yasladığın
ağaçtan söz etmek..
düştüğün kuyuda/
kuytuda
yine de tırmanmak
hep yokuşları çağırır
diz(e)lerine..
dehlizlerindeyim,
kaygan merdivenlerinde
ilerliyorum,
ciğerlerim havasız kalıyor
lakin dudağımın üstünde
duruyor bütün ıslaklığınla
en haşin çağlayanım
ve sürükleniyorum
sana doğru..
m.b.