LÜMPEN
ne kaba insanlar dedi
bırakıp çıktı el çantasını köy kent uzantısında daralan dünyalardı tuvalime hüseyni makamında şarkılarla menekşeler çizmiştim anlatmıştım umarsızlar yokuşuna evde kalmış kasabalı kızların hikayesini loş dükkanlar önünde neon ışıklı caddelerden geçmiştim oysa alacalı yollara türkmen gelinin kilim sevdasına çıkıyordu nereye gitsek yolumuz koşmam gereken hayatlar var dedi bırakıp çıktı alışkanlıklarına tutsak olanları yalancı baharların mart menekşelerinin kokularını kendine yabancılaşanları yaşam fısıltılı çığlıklarda bir delinin ağzında sonsuz bir tutku kümesin ötesini görebiliyor musun yağmurlar sonrası gökyüzünün kuşandığı gök duvağını duyabiliyor musun seher kuşlarının gül kokulu çığlıklarını demir zincirlerin ötesini görebiliyor musun oysa ben kocaman geniş avluları severim ulu ağaçların gövdesinde bıraktığım çığ sesimi her insan evdeki öyküsünü bırakıp gider komodine sırtındaki ağır duvarı indirir kuşluk vakti ey gönlüm varoluş kaygısını hangi çilingire bıraktın dönmüyor anahtarlar nakışsızkapılarda eski gömleğiyle kuyuya inen yusuf görür mü ay ışığını bu ten kapadı gözlerini menekşeli bir bilince o bungun umutsuz umarsız çöllerin susuzluğunu dindiremedi bir yeğinliği olmalı insanın derinliği ya ay ışığında olmalı ya da kuyularda vazgeçilmez bir öyküsü olmalı insanın sezgileri hayalleri sıcak bir ekmeği kuşlu bir ağacı olmalı insanın dilinde çiçekleri dirilten bir duası ah lumpen burjuvalar sizi ben insanlığın cevherinin parıldadığı anlarda görmedim hiç aykırı dallarda vurulan kuşların avcısıydınız savaş çığırtkanlığı içinde bohem marşlardınız çemberler daralınca çıkardınız geniş avulalara gökte gelin duvağı gibi beyaz çiçekler papatyalar ah bozkır papatyaları bu sabah güneşi uyandırıyorsunuz karınca kararınca bir erdem olsun yaşama uğraşısı ne kaba insanlar dedi bırakıp çıktı yusufun kuyularda yıkadığı gövdesini Ömriye KARATAŞ 17.10.2017 |