Firkat
Yüreğimin kanıyla yazıyorum bu satırları sana
Söylenmemiş mısraları yetim bırakarak Öksüzlüğümü şakağından vurarak Azar yemiş çocuk gibi, kimsesizliğimi sesimde kırarak Çıkıp gidiyorum hayatından. Ne çok hayallerimiz vardı oysa gerçekleşmeyen. Oğlumuz sana, kızımız bana benzeyen. Hasta kalbime son darbeni gülüşünle vurmasaydın yiğidim... Şimdi intikamınla enkazda bulunamayan bir yitiğim. Öyle yara aldı ki yüreğim, ihanetinden sonra viraneyim, bitiğim... Yer kaydı ayaklarım altından, ruhum çekilir gibi bünyeden. Çok sürmez, dayanamam, yok olur silinir gider kütüğüm künyeden. Gözlerime hüsran Gamzelerime hicran uğratan yâr Hüznüme sebep Tanıma ar namus edep Utanma, dilediğince kahret. "Vaktinden önce gelen bir eceldi zaten bu Firkat." Şu asil başımı eğdirdiğinden beri yere Bakışlarım adımlarıma bakar oldu. Değdirdiğinden beri ellerini, gözlerini, bir başka ten’e Ve sürdüğünden beri Aşkımıza leke Mezar taşımı gözlemek nefsime ar oldu. Her adım, her durak, her sokak her köşe başı ağlamak azaltmadı acımı... Koskoca dünya kuş kadar canıma dar oldu. Hiç bir acıyı kefenleyemem derken, ömrümün miadı soldu erken. Yüreğim Sürgün yaşadım öle öle Halbu ki; Ben sana müptelaydım, ben sana köle.. Cevr-i cefanı çektim, kalbimi yerinden söke söke Şimdi ayaklı ceset gibi dolaşıyorum, ciğerim döndü kül’e... Mum gibi eridiğim zahir Öldürmesin diye beni bu kahır Ellerimi açtım göğe Rabbim’den dilendim sabır. Vurulan bağrımı sumsuğumla dele dele Öfkene kurulan gönül ağrımı parçalara böle böle, canına minnet, gidiyorum senden. Çakıldım yere, serildim buz gibi kaya’ya, taş’a. Her bittiğinde öldüm, dirildim, sarıldım yeniden baş’a. Bilemedim dostu düşmanı, darıldım ekmeğe aş’a. Senin olsun yalan dünyanın saltanatı, senin olsun riyakâr aşklar. Canımı tenimden söktün amma; dönüşmesin mevsimlerin kışa. Sana son sözüm bunlar Vebâlim boynuna olmasın yãr, sen yine gül, eğlen, coş, doyasıya yaşa. (Helal olsun hakkımın her zerresi, emeklerin gitmesin boşa.) Köln/Istanbul/Izmir yolculugunda... |
Siz her daim kazanırsınız.. Ne mutlu size.