MARİA
Damarlarımda akan sisli nehir...
Karışıyor ıssızlığıma. Efsunlu bir hücrede, Ruhum bedenimi arıyor. Kelepçeye vuruluyor, Şakağımın altında gezinen manasız sükut. Bu kaçıncı kabuk? Derimin en yapışkan sancısında saklanan. Bu kaçıncı köz? Bir ceviz kabuğunun içine, Tuğlalarını örüyorum mutsuzluğumun. Sıkıştırıyorum arasına, Kağıttan gemilerimi. Yüzümü yoklayan yaralarımın. Maria! Ah,Maria! Gece bekçileri alnıma tutarken fenerini, Ve gün batarken en mahrem köylerde, Soluğuma karıştı bal rengi gözlerin. Toprak kokuyordu üstün başın. Belki de... Yeni yetme bir delikanlının, Arzuyla işlenmiş hayalleri kokuyordu. Maria! Dolunay sarıp sarmalıyordu bedenimi. Kapının tokmağında, Beyaz,kadife elin... Ben üzerini örterken şarap rengi küllerin, Yüreğim bağışlıyordu mermerden kelimelerini. Yüreğim bağışladıkça, Ben susuyordum... Oysa... Oysa en dibini görmüştük., Yoksulluğun da.... Acının da... Tutkunun da... Şehir göz kapaklarını aralarken, Dev bir ayna avucumda ölüyor. Kırıldıkça yakıyor. Yaktıkça kanıyor. Elin kapının tokmağında, Git Maria! Ya da dur! Kal! Çok şey var bilmediğin. Tükendim. Tükettin. Tükettik. Git! Gitti! Ve Bitti! |