SÖYLEMEDİKLERİMİ SESSİZLİĞİNLE HATIRLAT
hatırlarsın belki
duvar diplerine kuyu kazar çürük fındıklar atardık içine, ben yenilirdim sana yalancıktan. yenilmenin çığlık bakışlı hazını yaşadığımda garip bir ses seni çagırırdı doğrudan. sonra ben yalnız kalırdım kuyular ve bıraktığın fındıklar öğretmişti bana yaşamanın yalnız kalmak olduğunu. saatler geçerdi aradan surların üzerinde beklerdim seni bıraktığın sessizliğin söylemediklerimi hatırlatırdı. oysa sen giderdin yalancıktan yalancıklardı doğruları yırtan. bıraktığın sessizlik anlatırdı sonra; bir başına kalmaktır yaşamak yaşamayı bilmeyenlerin işidir bir köşede korkak nara gibi saklanmak. kör ebe ya da cıgıl oynamak bizim işimizdi kendi ötemize gidip sevdalanmaktı bunun öteki adı geride kalan tek serseri sesimiz terkettiğinde duvar diplerini ekşimezdi çocuksu yalanlarımızın tadı. hatırlarsın belki ben anarşist bir doktor olurdum bazen çiçeklere kızan akadamisyen ve sonra çocukları tokatlayan bilgi fakiri bir öğretmen kendi köprülerinden kendi ömrünü kendi uçurumlarından atan. hatırlarsın belki ben Yılmaz Güney olurdum sen bilmem kim sonra yabancı bir artis ben faili bilinemeyen bir cinayet işlerdim herşey olurdum gece,gündüz hırsız ve adil bir şair hep böyle ağır hayallerle ömrümü sendeki düşlerime doldururdum. sen giderdin yalancıktan el sallardın, uzaklaşırdın ben atılırdım mancınıklardan. sonra savururduk fındıkları topraklı sokağa gizli ve cesur bir oruspu geçerdi yalanalarımızın ortasından katil olduğum anlaşılırdı tutuklardı beni fahişelerin doğruları beni tam o zaman bir çığlık patlardı yüreğimin doğusundan. yalancıktan ağlardık güneşin batışını seyrederdik yalancıktan kendi gölgelerimize bakardık nerden haberimiz olacaktı ki sonsuz bir yalnızlığa tutku ile vurulacağımızdan. Zeki Nurçin |