Telvin
telvin...
söyletme beni... bir kalemden damladım az önce gözlerine ben ki çokça Baudelaire okumuştum bir sürü Oscar Wilde ama işte genzimdeki mavi gibisin sana bir tanım bulabilmek için bu çaba kalbindeki kırıklar bulununca yarıda bırakılan bir otopsi ve avuçların cinayet mahalli... annesini kaybetmiş gibi ağlayan mavi ağzında sipsisi... çiçekleri çalınmış bir bahardan geliyorum adım hercai... kendimi açık edeceğim söyletme beni... avuçlarında çivi izleri bir peygamber gerilirken çarmıha hangi rengin kulağına aşkı fısıldadıysa Tanrı o renkti gözleri... avuçlarında martı sesleri... ben ki bütün çığlıklara lâl şerh düştüğüm ayrılıkları yaralarıma nikahlıyorum Allah’ın emri peygamberin kavli... avuçlarında bir kaşık mavi... inancın titrek nefesini damıttı gözleri hani cezm mi dolunay mı mezar mı gamzeleri... gamzelerine şiir gömülmeli... meczup kelimelerimi kapında soyundurdum kâfidir artık bir damla mürekkep halimi beyâna... gözyaşımı usulca taşırmadan doldurdum bir kadeh -ki izini taşır dudağının hâlâ- susmak dediğin bir yaranın ucunu kanatmak bileklerine can verir sükûtun nabzı* şiir dediğin maviden günahsız bir kadın yaratmak bir denizin kanından ve bir bıçağın kınından... sonra... sonrası mavi... yemin bozduran cinsten boncukların var göz diye taşıdığın o iki el silah sesi yankılanırken arterimde, bir kesiğin yara izini taşıyamadın, göbeğinde... iğnesi kırık pusula, tetiği bozuk yürek, tecridi tanıdık bir ilkbahar gelip konsun avucuna... açsın yanaklarında kan gülleri akordu bozuk herhangi bir şiirin düş üstüne... ve düş üstüne yazılan her şiir biraz alacalıdır biraz kâfir... ki tek ayık damarım yok! söyletme beni... |