Tırtar / GayretKomşu gayreti bayram olurdu gurbetten kim gelirse gelsin. imece olunurdu, zahmet kiminse kimin. bir gayret bir gayret ki sorma su mu? gelecek Yanbunar’dan köye -angarya - derlerdi ama köy için, yarın için birşeyler ortaya koyma gayreti bütün köylüde kimi bir-kaç adam boyu basamak basamak inerek kazdığını birkaç defada yukarıya atarak su yolu açtı, kimi boru-büz taşıdı, gücünün üstünde gayret kimi boruya yiv-set okul mu yapılacak kimi Mullapaktepesinden taş çıkardı, kimi odun-çalı, çöp-çöpel yığılarak Kediomartepesi’nde kireç için taş yaktı elden-ele helkelerle su taşınarak Tuzla’nın yanında taşlar kireç yapıldı orasının adı artık “kireç ocağı” tüfek atıldı Keklikoğlunun evi yandığında akdoncak evlerden koşturup, helkelerle su taşıdılar Küçükbolat Akçeşmenin altında, tarlasında yolma yolup; “-yananı Allah görür” demiş, Suvattan, Karaçalıdan köye koşmuş onca insan. Küçük Boladın umrundamı dünya tarladan dönmüş akşam karanlığında gerçeği farketmiş yanan ev kendisininmiş Küçük Boladın elinde çakısı tırnağını törpüler, ağzının sol kııyıcığında durur, tütün tabakasından sardığı cığarası altmışaltı oynaken sömürmeyi unutur, cığarası söner muhtar çakmağını bir daha çakar, izmariti ateşler yansa da yanmasa da yarım yamalak söver vapur dumanı gibi kesik kesik üfler “-işmeyen ölmeycek mi dünneye gazzık mı çakacan” der ağzının yanıyla püf-püf üfler farklıdır onun dumanı küçük evinin çatısında bir leylek yuvası leyleğin gelişi “-bahar geldi” müjdesi. "lak-lak" lakırdardı nadasdaki çiftçinin yoldaşı nerelerde yaşardı diğer leylekler “leyleğin ömrü lak-lağınan geçer” güz geldiğinde göçmen kuşlar "ıscak memleketlere" göçederlerdi, “ank, ank” sesleriyle anklar sanki “-hoşça kal” derlerdi "-bir çift turna gördüm durur dağlarda seversen mevlayı kalma yollarda sizi bekleyen var, bizim ellerde bizim ele doğru gidin turnalar durnam dertli öttün derdimi deşti el vurdun yaremin başını açtı eşinden m(i) ayrıldın yolun mu şaştı doğru bir gatare gedin durnalar fazla gitmen bizim ele varınca selam söylen eşe-dosta sorunca el bağlayıp divanına varınca benden yare selam söylen turnalar" sonraları bir Yörük delikanlısı aldı sazını yumdu gözünü salladı saçlarını “-telli turnam selam götür sevdiğimin diyarına• üzülmesin, ağlamasın belki gelirim yanına hasret kimseye kalmasın, sevdalılar ayrılmasın ben yandım eller yanmasın sevdanın aşkın narına” “mühür gözlüm seni elden• sakınırım gıskanırım yağan gardan esen yelden sakınırım gıskanırım havadakı durnalardan su işdiğin gurnalardan keyindiğin urbalardan sakınırım, gıskanırım beşikte yatan guzundan hem oğlundan hem gızından yar seni, senin gözünden sakınırım, gıskanırım” “yine dertli dertli iniliyorsun sarı turnam sinen yaralandı mı hiç el değmeden de iniliyorsun sarı turnam sinen parelendi mi kuru kütük yanmayınca tüter mi ak gerdan da çifte benler biter mi vakti gelmeyince bülbül öter mi ötüp gider bir gözleri sürmeli dere kenarında yerler hurmayı kılavuz ederler telli turnayı ak göğsün üstünde ilik düğmeyi çözüp gider bir gözleri sürmeli” “bana kara diyen dilber•• gözlerin kara değilmi yüzünü sevdiren dilber kaşların kara değil mi beni kara diye yerme Mevla’m yaratmış hor görme ala göze siyah sürme çekerler kara değil mi” “ela gözlüm ben bu elden gidersem zülfü perişanım kal melul kerem et aklından çıkarma beni ağla gözlerini sil melul melul Karacoğlan der ki; ölüp ölünce ben de güzel sevdim kendi halimce varıp gurbet ele vasıl olunca dostlardan haberim al melul melul” DİPNOTLAR angarya: olarak köyün ortak işinde (zorla) çalışma, akdoncak: sadece iççamaşırı ile, gece elbisesiyle ank: yaban kazı • Musa Eroğlu • Neşet Ertaş •• Karacaoğlan |
Isıcak sıcak havla helva nan lavaş
Çok güzel di hocam eskiye gittim biran saygılar