Çıkmaz Sokak...
(biraz uzun ama sabırla okunursa çoğumuzun kendimizde bulacağı yaşanmış tarih kalıntıları var)
ÇIKMAZ SOKAK... “Kendi otuzbeş yaşlılığımın nostaljik satırlarıdır” Büyük ustaların şiirlerini okudum aklımın kestiği zamanlardan beri, Her hayat birbirine benzer ve anlatılanlar da öyledir sanmaktan olsa gerek, Bundandır benim de, memleketin benzer iklimlerinden ilham alışım, Bundandır benim de, mahallenin bütün çocuklarıyla aynı hayatı yaşamışlığım… Çıkmaz bir sokağın, çıkılası en zor yerindeydi dünyaya ilk bakışım, İki göz derler aynen öyle bir evdi ve ama sürekli ufaktı, ufacıktı… Körün istediği bir gözden iyiydi yine de, En azından camlarından erikler sarkardı rüyalarıma. Belediyenin kadrolu eşekleri bile çıkmakta zorlanırdı Her koşmanın yarısında alnımda kanlarla kalktığım sokağı… “Düşe kalka geldim ben bu yaşıma” diyor ya arabesk nağmeler, Nedense geceleri uykularımızı yırtan tahin pekmez çığırtkanlığından çok Bu memur eşekler kalmış aklımda Zaten bu kadro meselesini de kadrolu olunca anladım, “Emeklisi bile var bunların” demişti babam, Benim daha çok var… Avlunun kapısından her çıkışımda akşamsefaları dururdu karşı evin önünde “Akşamları açar onlar” diyordu Raziye teyze, Akşama kadar bekleyemem, Üstü cam kapaklı teneke kutulardaki bisküviler bekliyor beni Ömer bakkalın dükkânında, ki sadece pötibörlere yeterdi paramız Ama inatla açtırırdım kokusunu duymak için fındıklı olanların kapağını… Kamyonetleri takip ederdik taşımak için komşuya gelen odunları, Ömer bakkal taşısa ya bunları Zaten aldığımız parayı ona veriyoruz, Yırtılan pantolonlara atılan dayaklar da cabası… Yokuş yukarı dönerken yönümü Ne dediklerini anlamadığım anarşistler geçerdi sokağın başından “yolumuz devrim yolu…” Ama benimki sadece evin yoluydu düşmeden yürümeye çalıştığım… -baba; kızlar bile var içlerinde bunların! -bizi kurtaracakmış bunlar, fabrikaya da geldiler, patron bi kovaladı… Deri fabrikasının acı kokusuyla konuşurdu hep, Zırnık derler bir kimyasalın rengi çıkmazdı ellerinden, Her sarılışında genzimize bulaşırdı çoluk çocuk ekmek parası… Sokaklarda düğünler vardı içlerinden Anadol taksiler geçen, Benim ki Murattı kaportasını delip demirden direksiyon yaptığım ve gerçekten yeşildi … Kaporta dedimse, memlekette nerde gelişmiş sanayi Bildiğimiz, hatta şimdilerde kimselerin bilmediği garip bir malzeme Bir tek bize kısmet oldu galiba bu kadar haddinden fazla yeşil 124… Anarşistlerden arta kalan zamanlarda Halaylarının ortasından ömürler geçen düğünler vardı sokaklarda, Kaldırım üstü dedikoduların arasından uçar gibi giderdik Masalarda kalan gazoz artıklarını toplamaya, Yokluktan değil çocukluktan… Sadece sade gazozdu bildiğimiz Ama bu Sadık, nasıl oluyor da portakallı topluyor? Oğlum kesin şişenin içine işemiştir bu piç… Zaten kıza götürecem diye mektubu bize okutmadı mı? Mahallenin en sarışın ablasına, esmer sevdalar üzre yazılmış tüyü bitmemiş satırları… Ama ne sözlerdi onlar öyle; “Canım benim, sen geçerken sokağımızdan bütün rüzgârlar susuyor ve sarışın bir uğuldama sarıyor dört bir yanımı, nereye baksam nefesine dolaşıyor ellerim, duvarlara bıraktığın göz izlerine dalıp gidiyorum. Uykular bitmek bilmiyor, rüyamda göremediğim zamanlarda uyanık olmayı istiyorum biliyorsun, camınızın perdesinin her sallanışında seni görme ihtimalim bitmesin diye. Baban mesaiye kalacaktı ve sanayağı kuyruğuna gitme sırası annendeydi, ki bu güzel bahane getirmişti seni bana. Bak ben gene Cengiz Kurtoğlu dinliyorum resmin elimde…“ En delikanlısı mahallenin Adını unuttum, görsem kesin tanırım ki o bakışlar hala gözümde Ve birçok sevdama da ilham vermiştir yeri geldiği zamanlarda. Kaptığı gibi mikrofonu orkestıracının elinden Mahallenin en sarışın ablasının gözlerine tutunup gözleriyle Bütün âşıkların bildiği şarkıyı okumuştu, Ta o zamanlar otuzbeş yaşımın ruhuna dokunmuştu. “Rüyamda seninle olayım diye Dün gece resmini öptüm de yattım” Ben de sevsem bu şarkıyı söylerdim, Sevdiğim zamanlarda söyledim de zaten dudaklarımla dişlerimin arasından Hiçbir sahip duymadı kendine adanmış sözleri Hiçbir söz görmedi gönderildiği gözleri… Ama Türkan abla, Senin kocaman gözlerine şarkı söylemeyi isterdim, Sen bilmezdin âşıktım o zamanlar sana ben Aslında bütün mahalle, Ve hatta şimdi bile Hala bilmiyorsun, Gerçi bilsen kocaman bir gülümseme bırakırdın kocaman dudaklarınla Kocaman gözlerinin içinden ve sadece bu bile yeterdi bütün ömrüme, Ve hala aşığım siyah beyaz televizyonda görünce delirdiğim güzelliğine… Renkli cam o kadar iyi değil sanki Sen makyaj yapacak kadın mısın be… Seni hiç aldatmadım ben Çocukluğa ara verdiğimiz sivilceli yıllarımızda sadece Sever gibi olduğum biri geldi geçti Ve sonra anladım ki bu sivilcelere sebep hormonal bir aşktı Kısa sürmesi de zaten son derece doğaldı… Öyle bir yürürdü gençliğimizin üstüne üstüne Gözleri deniz buğusu, gözleri yosun kokusu Sanırsın Lusi anam avradım olsun Lusi dediğin de Ergenliğimizin en güzel orospusu… Hayat davasına atıldığımız zamanlarda “Ne sağcıyız ne solcu kardeşim” teraneleri okurduk kendi kendimize orası ayrı tabi Yani büyümeye başladığımız yada en azından öyle sandığımız çağlarımızda Sokak kavgalarına değil Ekmek kavgasına bulaşmak maksatlı sohbetlerin en koyularında Sanki babalarımızdan devralacak gibi omuz yüklerini Delikanlılık çığlıkları atardık sessiz sedasız, Her birimiz birer Yılmaz kesilmiştik milletin başına Aslında sadece birbirimizin başınaydı ya bilmezden gelirdik Adının bilmez olması külliyen yalan, herkes bilir oranın neresi olduğunu, Ulan üfürseler duvara yapışırız, bize mi kaldı hovardalık… Bak zaten ortalık vatan haini kaynıyor Duvarın dibinde kaybederler de kimselerin ruhu duymaz… Netekim ya kim vurduya gidersin ya kim vurdurduya… Üstünden yollar geçti ömrümün, Geriye dönüşün yasak olduğu ve hatta park etmenin bile… Silinmeye durmuş eskici nasibi hatıraların arasından Bir resim durur gözlerimin en zulasında, Ve hep filmlerde görürüm artık Kir pas içinde, kaldırımları kırık dökük, Bomba süsü verilmiş pankartlarla süslü siyah beyaz sokaklarda “Hatta çoğu zaman gridir yada sadece nostalji olduğu için öyle kalmıştır hayalimde” Kir pas içindeki minibüslere binip Kir pas içindeki fabrikalara gitmek telaşında olan Kir pas içindeki işçiler… Siyah önlük… Kara lastik… Ölüm haberleri gazetelerde… Biliyorum bir şeyler eksik kaldı ve devam edecek kalmaya. Şubat 2010 |
ama yine keyifle okudum argolar olmasada olurmuydu bilemiyorum...