‘’ben kalû belâdan kalma uysal fıtratla ayaklarımı fasit daire içine sokmaya çalışan bir dilenciyim ellerim semaya yöneldiğinden beri sükutla halleşirim’’ ق
sırtını deştiğim kelimeler şıp çıkıverdi ağzımdan fıtratım buna müsait uysallığım seni hayrete düşürmesin sükûtla halleşemeyecek kadar bezginim başka meseleler hurra vicdan desen hangi vicdan dilimde tüyler bitiyor bir şeyler uğulduyor damarlarımda ama hangi damar kulak kesil bir sırrı varsa bu dairenin deyiver hele neden bitmiyor bu uğultu çirkinliğimi hor görme yalnızca öp ismini anmayı nasıl cüret edebiliyor ağzım onu izah et sana bağlılığın kaç bucak olduğunu göster bana
teğet geçelim bu sözleri boşuna bağırma ötekinin diliyle çağırma malısın adımdan başka tüm huylarım köreldi sakın kahrolduğumu sanma takva gücümü akupunkturlarına yeğ tutmam kaz kafalıların ne münâsebet sûretine aldanıp nazar etmek şirk se kapat gözlerimi ve de sor hangi aşkın mücahidisin bilmek istiyorum kahhar cüssemle kaf kaf kaf
gülme gözümü örtme çabuk kaçır tırnaklarımı kıblem değişmez zira bahane ediyor köpek havlamalarını kudurmuş melezler devşirme kadınlar mezhebimce sokulmak haram fakat karganın gaklamasını hayra yoramam şükür ki sıhhatim yerinde fi mazimi anarak kırıklarımı toplama her daim bağdaş kurarak tanrıya el açan benim beni bağışla beni bağışla bağla ey aşk hadi müsaade eyle fırsat ver anayım çocuk deyişini sevgilimin ölümden men etsin rûhumu
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
kalû belâ şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
kalû belâ şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
ben sallama çay gibi yazarım şiirlerimi ve bunu her ortamda söylerim ve ancak ve mutlak Harun Aktaş aylara yayar ve bir semaverdeki emek gibi uzun yazardı her daim.
lakin çok kısa kalmış cümleler.belki zaman insanı değiştiriyor belki ben çok zaman uzak kaldığımdandır bilemedim.
Abdiyyet sırrına ermek, Allah kulu olmaktan daha üstün bir derece olmadığını anlamak.
"Abdiyyet sırrı" ki, Rasûlullah, Abdiyyet Sırrı sonucu olarak kendisinde olan Risâlet Sırrı’nın çok üstündeki bir kemâlâta sahip.
Muhyiddin-i Arabî, "Bildim ki, Abdiyyet mertebesinden daha üstün hiç bir mertebe yoktur." der. Burada kastedilen Abdiyyet; ilâhi Esmâ’nın gereklerini yerine getirmek sûretiyle, kulluğu îfâdır. Sadece kul olma şerefiyle şükrederek kulluğu yerine getirebilme güzelliği ve bundan nasibini alabilme saadetidir bu.
Hazreti Ali ’nin dediği gibi; “Bir bölük halk sevap için Allah’a kulluk eder; bu kulluk tacirlerin kulluğudur. Bir bölük de Allah’a korkudan kulluk eder; bu da kölelerin kulluğudur. Bir bölükse, Allah’a şükrederek kullukta bulunur; işte hür kişilerin kulluğu budur’’.
Âlemlere rahmet olan sevgilinin bile O’nun önce kulu sonra resulü olduğunu bilince; O’nun kulluğunun ne büyük bir şeref olduğunu akıl daha iyi anlıyor. Her şey söylenmiş aslında sadece idrak edebilmek düşüyor bizlere.
O’nun esmâsına tutunmaktan, Sevgilisinin (O’nun izniyle) şefaatiyle şereflenmekten, Ve şükretmekten daha güzel başka bir şey geriye kalmıyor.