Kuduruk bahanelerin ardındaki kibrim tutuşturmaya yetmez kibritleri, ıslak sözde işlenmedi hiçbir katliam, kızgın ne Ezidi bir ana ne bir Çingene ve ne Auschwitz’te bir Yahudi, heil hitler
hiçbir bebek boşuna bağırmadı kundakta sözle işlendi parıldadı yandı kibritler dağdan kayarak düşercesine, pat pat şehrin ağzı yumuşaktı ve o çocuk oradaydı daha da çoğalarak öldüler, arka bahçede balkon kapalı
an be an ânı izledim iğneleyici sözlerle, tak tak harflerle işim olmaz, bak bak sessiz ve sesli, yüz yüz dönelim şimdi işin aslına derler ki darphanelerdeki parmaklarda darp izine rastlanılmadı morglar sıcak kokuyormuş, haş haş ne çabuk unutulmuş kalpazanlar numaraları sahteymiş, miş miş
burada duralım kadehleri tokuşturalım şarap, zemzem ve haram üç peygamber İsa, Musa ve Yusuf tak kırıldı âsa kuyu taştı ve Firavun dirildi kırıklar bir daha kırıldı, çat çat itiraf işimize yaramaz ama rakamları fışkıran ulusal banknotlar resmi kanunları lehime çevirmeli yakışıklı değilim çünkü
çek dikilme öyle bunu çek paparazi hoppala olacak şey mi çekler alındı papa razı değil gidişime made in turkey ve madde: kömür suratımdaki siyah ben genç yaşta ağarmış şakaklarımın tıkırtı çıkarmasını neye yorabilirim başka
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
mühannet kibir şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
mühannet kibir şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Bazı şiirlerin önünde insan saygıyla eğilir... bu öyle rütbelilere düzenlenen saygı duruşu merasimi, el-etek öpme seansları değildir yalnız...hoşuna gitmiştir, beğenmiştir fakat düşüncesini eliyle yoğuracak, gün ışığına çıkaracak yeterli ham maddesinden yoksundur biraz...düşünmeye devam eder...sessiz bir şehir kalkar gider belki içinden...iki sınıra uzayan raylar ve boş vagonlar...bir de bekleme salonlarının üstüne tünediği o miskin yalnızlık..ama ne gelen vardır ne de giden...peki şair bunu kafasına çok takar mı?..veya şiire getirisi-giderisi nedir arada boğulan seslerin..?..orası kapalı oturum yine..parmakla sayılacak kadar azdır çıkan titreşim...
yine bir savaş patlak verirken bir yerde; Julien de annesinin boynuna sarılıp kırgın ve kızgın bir şekilde zorla bindirilirken tren' e; ki ben burda şimdi, bir trenin üstümde yarattığı kaosu ve dokuz nokta şiddetinde sallayan sarsıntısını sana saatlerce anlatabilirim...kolları da vedaları da gitgide uzar çünkü bu gıcırtılı rayların...tren ağır ağır kalkarken; bir kolun senden kopup gidişi de yine öyle ağır olur...bir düdük sesi duyulur ama kapı en son kapanır...bir araba, otobüs yolculuğuna benzemez...onların durakları belli bir noktada çıplak gözle de görülebilir...nostaljinin dozunu artıracak olursak burda, iki sevgilinin ayrılış hikayesini örnek gösterip, konuya daha derinlik ve anlam katabiliriz...Julien' i unutma bu arada çuvallayıp gitmesin çocukcağız...kör kütük birbirine aşık iki çift düşün şimdi...zorunlu nedenden ötürü biri diğerini gözü yaşlı istemeye istemeye, elinde al yazmalı mendilini arkasından sallaya sallaya uzak bir yere uğurlayacak bir istasyonda...belki hatrından hiç çıkmaması ve taze kokusunu yatmadan önce her gün içine çekmesi için bilinçli olarak ona hediye edecek o ıslak sümüklü mendili...bu ağır çekim hareketini yapacak olanın muhtemelen bir bayan oluşu kaçınılmazdır çünkü bir kadın için unutulmak düşüncesi en korkunç ve en dayanılmazıdır...evet farkındayım fazla dram ve hat safhada duygusallık karıştı işin içine...bunu ben de istemezdim doğrusu...peki hiç düşündün mü o çekilmez ayrılış sahnesinde, saatlerin yerinde dururken, dünyayı kucaklayacak o iki kolun ve trenin ardından koşacak o adımların nasıl uzayabileceğini, nasıl ter dökeceğini, rayların nasıl gürültüyle içinden ağır ağır kalkıp gideceğini, "lütfen kemerlerinizi bağlayınız!" sinyali bile duyulmadan, gökyüzünün var gücüyle üstüne çöküp, bir atom bombasının on misli hasar yaratacağı patlama gücüyle seni un ufak edip paramparça savuruşu yeryüzüne nasıl bir duygudur bilir misin..?...bir araba ve otobüs genelde aynı etkiyi yaratmaz... seni köklerine varana kadar çeke çeke böyle ezmez tren gibi...siyah lastiklerinin izi kalır üstünde o kadar, bir de iliklerine musallat olan o aşağılık ezilmişlik duygusu...ama kısa sürer bu dünyadan kopma hissi...arkasından koşup gitsen de bir sonraki durağı bilirsin...bilirsin nerde hangi kavşağı döneceğini...haritası bellidir...trenlerde yönünü saptayamazsın...belki de onun için böyle ağır kalkıyorlar ve daha uzun sarılma şansını tanıyorlar insanlara...araba son sürat gaz verip arkasına bakmadan gidiyor...trenler daha uzun bakışıp el sallaşmak için çok müsait...kaldı ki iç içe geçen sürüsüne vagonlar mevcut...o yüzden sancılıdır tren yolculuğu...gözünü de kulağını da cama kestirirsin...neyse ben lafın gelişi üstten bahsedim dedim, trenin boyu kadar uzadı gerçekten cümleler...
bu gidişle hüzün seviyesinden de hiç uzaklaşamayacağım gibime geliyor...işte bu şiir de böyle ağır ağır mermilerini üstüme boşaltıp, imgelerini de dünyay sıkarak yükünü hafifletmeye çalışıyor...
işte Julien annesinden ayrılacak oluşuna dayanamayıp, gözlerinin içine öfkeyle bakarak "sizden nefret ediyorum" demişti...siz derken annesinin yanına uygun bir suçlu daha aramıştı...yani bu mesuliyeti kolayca üstüne alabilecek bir baba...ama babasının istasyona gelmesine, yanağına bir öpücük kondurmasına gerek kalmamıştı...annesi Julien' in boynuna sarılıp, ellerini saçlarında gezdirerek şöyle bir laf etti: "beni de anla lütfen...benim için kolay mı sanıyorsun, benim hoşuma mı gidiyor senden ayrılmak!..keşke erkek kılığına girebilseydim ve seninle aynı okula gelebilseydim...böylelikle beraber olurduk...bu sırrımızı paylaşırdık!"...
sieg heil! deyip, hitler selamı çakan birçok insan vardı ve kapılara çizilen sayısız çarpı işaretleri...
Klara çıplak edilip, gaz odasına götürüldüğünde otuz yaşındaydı...sene 1944 ve Konzentrationlager Auschwitz' de tutsaktı... "güzel tanrı o gün bana yardım etti" diyor 1 ocakta 101.yaş gününü kutlayan kadın...birçok kadınla beraber o gün seçilmiş ve gaz odası için hazırlanmıştı"...nasıl bir hazırlıkdır diye sormadan edemiyorum şimdi...ne kefenin hazır ne de içine gömüleceğin bir avuç toprağın... sonra bu caniliği üstlenen askerlerden biri dalga geçip şöyle diyor tutsaklara: "bu sizin şanslı gününüz olmalı...o kadar çok insan öldürdük ki, sizi boğacak gaz kalmadı geriye!"
yani zulüm dünyanın dört bir yerinde kol gezmeye devam ediyor kaldığı yerden son süratle...
ve ben bütün suçları üstüme almışım gibi yüzümü döven bu acılarla boğuşmaktan bezarım...yani dilsiz ve bezgin...elimde kalan boşa sıkılmış birkaç imgenin dışında, beni tatmin edecek duygulardan da yoksunum...
ama V' nin şu kurşun geçirmez birkaç sözü aklımda kaldı:
"bu maskenin altında bir yüz var ama o ben değilim...sadece kaslar ve kemikler var o kadar...beni bekleyen bir ağaç bile yok!.." bu sözü silahsız ve savunmasız birine söylüyordu V. ama sonra eli silahlı adamın tekine bu sözün açılımını yaptı: "bu maskenin altında etten daha fazlası var, bu maskenin altında bir fikir var ve fikirlere kurşun işlemez!" -V for Vendetta- filminde V' nin repliği olan sözler...
uzattım yine farkındayım... kısaca söyleyebileceğim -ki böyle uzun ara vermişken şiirlere ve yorumlara- boşluğa gelmiş de olabilirim... bildiğim anlamlı ve akılda kalacak bir şiirdi...
uçakları unuttum...ki asıl elimi kolumu bağlayan, harfleri boğazıma dizen ve hıçkırığımın sesini casus gibi kayda çeken o kara kutusu ve kendini sevimli göstermeye çalışan o sahte iki kanadıyla bulutlara astığım buğulu gözlerim hâlâ evine dönmüş değil...
''Ben oysa herkes gibi herkesin ortasında burada, bu istasyonda, bu siyah paltolu casusun eşliğinde en okunaklı çehremle bekliyorum oyundan çıkmıyorum korkuyorum sıram geçer biletim yanar diye''
Sen kısa yazınca, bir şeyler eksikmiş gibi geliyor... ki bir gün elbette trene bineceğiz, uzun uzun okuma şansı elde edeceğiz. o zamana kadar bir şeyler birikmeli kundakta. vagonlar sessizliği sevmez zira.
yine bir savaş patlak verirken bir yerde; Julien de annesinin boynuna sarılıp kırgın ve kızgın bir şekilde zorla bindirilirken tren' e; ki ben burda şimdi, bir trenin üstümde yarattığı kaosu ve dokuz nokta şiddetinde sallayan sarsıntısını sana saatlerce anlatabilirim...kolları da vedaları da gitgide uzar çünkü bu gıcırtılı rayların...tren ağır ağır kalkarken; bir kolun senden kopup gidişi de yine öyle ağır olur...bir düdük sesi duyulur ama kapı en son kapanır...bir araba, otobüs yolculuğuna benzemez...onların durakları belli bir noktada çıplak gözle de görülebilir...nostaljinin dozunu artıracak olursak burda, iki sevgilinin ayrılış hikayesini örnek gösterip, konuya daha derinlik ve anlam katabiliriz...Julien' i unutma bu arada çuvallayıp gitmesin çocukcağız...kör kütük birbirine aşık iki çift düşün şimdi...zorunlu nedenden ötürü biri diğerini gözü yaşlı istemeye istemeye, elinde al yazmalı mendilini arkasından sallaya sallaya uzak bir yere uğurlayacak bir istasyonda...belki hatrından hiç çıkmaması ve taze kokusunu yatmadan önce her gün içine çekmesi için bilinçli olarak ona hediye edecek o ıslak sümüklü mendili...bu ağır çekim hareketini yapacak olanın muhtemelen bir bayan oluşu kaçınılmazdır çünkü bir kadın için unutulmak düşüncesi en korkunç ve en dayanılmazıdır...evet farkındayım fazla dram ve hat safhada duygusallık karıştı işin içine...bunu ben de istemezdim doğrusu...peki hiç düşündün mü o çekilmez ayrılış sahnesinde, saatlerin yerinde dururken, dünyayı kucaklayacak o iki kolun ve trenin ardından koşacak o adımların nasıl uzayabileceğini, nasıl ter dökeceğini, rayların nasıl gürültüyle içinden ağır ağır kalkıp gideceğini, "lütfen kemerlerinizi bağlayınız!" sinyali bile duyulmadan, gökyüzünün var gücüyle üstüne çöküp, bir atom bombasının on misli hasar yaratacağı patlama gücüyle seni un ufak edip paramparça savuruşu yeryüzüne nasıl bir duygudur bilir misin..?...bir araba ve otobüs genelde aynı etkiyi yaratmaz... seni köklerine varana kadar çeke çeke böyle ezmez tren gibi...siyah lastiklerinin izi kalır üstünde o kadar, bir de iliklerine musallat olan o aşağılık ezilmişlik duygusu...ama kısa sürer bu dünyadan kopma hissi...arkasından koşup gitsen de bir sonraki durağı bilirsin...bilirsin nerde hangi kavşağı döneceğini...haritası bellidir...trenlerde yönünü saptayamazsın...belki de onun için böyle ağır kalkıyorlar ve daha uzun sarılma şansını tanıyorlar insanlara...araba son sürat gaz verip arkasına bakmadan gidiyor...trenler daha uzun bakışıp el sallaşmak için çok müsait...kaldı ki iç içe geçen sürüsüne vagonlar mevcut...o yüzden sancılıdır tren yolculuğu...gözünü de kulağını da cama kestirirsin...neyse ben lafın gelişi üstten bahsedim dedim, trenin boyu kadar uzadı gerçekten cümleler...
bu gidişle hüzün seviyesinden de hiç uzaklaşamayacağım gibime geliyor...işte bu şiir de böyle ağır ağır mermilerini üstüme boşaltıp, imgelerini de dünyay sıkarak yükünü hafifletmeye çalışıyor...
işte Julien annesinden ayrılacak oluşuna dayanamayıp, gözlerinin içine öfkeyle bakarak "sizden nefret ediyorum" demişti...siz derken annesinin yanına uygun bir suçlu daha aramıştı...yani bu mesuliyeti kolayca üstüne alabilecek bir baba...ama babasının istasyona gelmesine, yanağına bir öpücük kondurmasına gerek kalmamıştı...annesi Julien' in boynuna sarılıp, ellerini saçlarında gezdirerek şöyle bir laf etti:
"beni de anla lütfen...benim için kolay mı sanıyorsun, benim hoşuma mı gidiyor senden ayrılmak!..keşke erkek kılığına girebilseydim ve seninle aynı okula gelebilseydim...böylelikle beraber olurduk...bu sırrımızı paylaşırdık!"...
sieg heil! deyip, hitler selamı çakan birçok insan vardı ve kapılara çizilen sayısız çarpı işaretleri...
Klara çıplak edilip, gaz odasına götürüldüğünde otuz yaşındaydı...sene 1944 ve Konzentrationlager Auschwitz' de tutsaktı...
"güzel tanrı o gün bana yardım etti" diyor 1 ocakta 101.yaş gününü kutlayan kadın...birçok kadınla beraber o gün seçilmiş ve gaz odası için hazırlanmıştı"...nasıl bir hazırlıkdır diye sormadan edemiyorum şimdi...ne kefenin hazır ne de içine gömüleceğin bir avuç toprağın...
sonra bu caniliği üstlenen askerlerden biri dalga geçip şöyle diyor tutsaklara:
"bu sizin şanslı gününüz olmalı...o kadar çok insan öldürdük ki, sizi boğacak gaz kalmadı geriye!"
yani zulüm dünyanın dört bir yerinde kol gezmeye devam ediyor kaldığı yerden son süratle...
ve ben bütün suçları üstüme almışım gibi yüzümü döven bu acılarla boğuşmaktan bezarım...yani dilsiz ve bezgin...elimde kalan boşa sıkılmış birkaç imgenin dışında, beni tatmin edecek duygulardan da yoksunum...
ama V' nin şu kurşun geçirmez birkaç sözü aklımda kaldı:
"bu maskenin altında bir yüz var ama o ben değilim...sadece kaslar ve kemikler var o kadar...beni bekleyen bir ağaç bile yok!.." bu sözü silahsız ve savunmasız birine söylüyordu V.
ama sonra eli silahlı adamın tekine bu sözün açılımını yaptı:
"bu maskenin altında etten daha fazlası var, bu maskenin altında bir fikir var ve fikirlere kurşun işlemez!" -V for Vendetta- filminde V' nin repliği olan sözler...
uzattım yine farkındayım...
kısaca söyleyebileceğim -ki böyle uzun ara vermişken şiirlere ve yorumlara- boşluğa gelmiş de olabilirim...
bildiğim anlamlı ve akılda kalacak bir şiirdi...
teşekkürler sevgili Harun...