HAYDARPAŞA GAR OTELI 5
Yaşam
Geçmiş ve Gelecek adlı iki Tepe arası Gerçeğin gerdiği bir İptir, bizse İp cambazı. "- Kıldan ince, Kılıçtan keskin, Sırat Köprüsü gibi sağ Omuzumuzda Sevap, solda taşıyarak Günahları, Sırtımızda kestiğimiz Kurbanlarla geçeriz bu Yolu..." desem inanırsınızda, neden büzülür yine kinayeli Dudaklarınızın Ucu, "İp Cambazı" dediğimde size. Oysa sağlam ve güvenceli Denge Sırığı Elimizde Hayal denen İp üstünde bir Tepeden öbürüne, düşmeden çarpmadan Dibe Sona varırız. Biter Rüya uyanırız. Uyku, içine daldığım bir Sinama Kutusu. Rüya, Kafatasımda bir Bulgu. Hayal, önümdeki Perde. Gözlerim kapalı yada açık Yorgan altında, her Yer karanlık. Ben, kendimin tek Seyircisiyim artık. Düşmeden İpten, çarpmadan Dibe Bilgi-Tecrübe-Denge ve Hünerimle; "- İleri gitmeliyim!" dedi Haydarpaşa Garı; "- Der mi?" Hayal bu neden demesin? Der! Birinci Bölüm; B İ R İ N C İ K A T Tamamı 342 Odanın, 32’si birinci Katta, sağda, -oturup saymadım- soldaki diğer 32’si ise iç Avluya açık ve loştur. Çoğu belkide boştur, 117 No.lu Odanın dışında. 117 Numaralı Oda, üstü 3 Asma Kilirtli. Tahminimce, -içini görmedim- Ardiye. Görende, yok denecek kadar az, önünde duralım biraz. Rivayete göre içi Tahtakurusu Cenneti. Eski Tahta Raflar Evrak dolu Tavana kadar. Etrafta Küf Kokusu, Tafta-Rülolar, solmuş Haritalar, yıpranmış Yol-Hat-Köprü-İstasyon Pilanları, ve Devlet Demir Yolu Arazi Tapuları var. Efendim, Fi Tarhnde İstanbul’da, zannımca 1874, Defterdarlık yanınca, Bab-ı Ali, Sirkeci, Gülhane arası -O Günün Hazine, Vakıf, Maliye Dairesi- bugünki Tapu ve Maliye Binası. Yanmış bütün Arazi Varakaları, Tapu Tutanakları. Yanmış mı 1972’de de tekrar, Faili Meçhul, Sebebi bilinmez, Kopyalarıda yokmuş. Ne mi olmuş? Rivayete göre Arazilerde "Yanmış, bitmiş, Kül olmuş. Bu üstü 3 asma Kilitli, 117 No.lu Kapı ardındaki loş Odada duran gizli bir Rafta, Kül olan Hazine Arazi Tapularının Kopyaları ve Paftaları varmış; 1906 Yılında 2525 Metrekare, bugün Kapalı Gar Binasıyla birlikte 3836 Metrekare kadarmış. Kanıt olsun diye Pafta-Pata yanmamış burada saklı Kayıtlı-Mühürlü-Fermanlı bu Arazinin Kopyaları. Gerçek yada Yalandır, hatta Hayal-Rüya-falan filandır, ilgilendirmez beni! Ki, bu iş Savcı ve Hakimin İşi. Özelleştirilirse bu Belde, Belgeler açıklanacak, Kanun-Takip-Mahkeme, Kalan-Talan ortaya çıkacaktır, buda başka Hikaye! Bölüm 2, -Birinci Katın içe bakan yanı- AVLU; Fuar İdaresi Büroları, Arşiv-Müracaat-Bekleme ve Ofis Malzeme Odalarıyla dolu. brinci Katın dışa bakan yanı. İçte kalan Tarafta; İşçi Dinlenme Yeri, Giyim Dolapları, Personal ve Ziyaretçi Tuvaletleri. Ortadaki Boşlukta birde Cam Damlı Avlu. -hatırlarım Rüyamda-(*) Taban, parlak Granit Mermer Taşlı ortada, 4-Kol-üstü, Çelik-yuvar sıra-sıra Sütunlar yüksek Tavanı sırtlar, üstü bombe çep-çevre, dilim-dilim Baklava, Cam Dam Süzgeç gibi süzüyor kare-kare Çerçeve, Plastik açık mavi. Şeffaf Cam Asansörler, Katları bağlayan çelik-Asma-Köprüler, Baş aşşağı dönüp-kayıp-dolanan Yangın Merdiveni, Aydın ferah Mekanlar, bir Alman Mimarın kazandığı Resterasyon Projesinde -eğer merak ettiyseniz- bunların hepsi var. Şimdi çıkalım dışarı ve varalım Birinci Kata. -avluyu az sonra tekrar ziyaret edeceğiz ya!- Yerler eski Döşeme Tahta, Kestane-Gürgen. iki Kanatlı Kaplar, Kapı ardı Odalar. Odalarda; Döküm saray Sobası, Başı Taçlı Dolaplar, oymalı Raflar, Devlet Demir Yolu Armalı, -iki Kanatlı Raya konmuş, uçmaya hazır Teker- Kemerli El Yapımı, döküm Camlı, Mermer Raflı Pencere, Önünde marmara Denizi var, Yassı ve Hayırsız Adaya bakar, uzun bir Dalgakıran, bir İskele, bir Büfe, dosça uçan Martılar. Üçüncü Bölüm; KIZ KULESİ ve SELİMİYE KIŞLASI Kışla sarı yüksek Duvarlı, dört köşe kocaman Kale. Bakışır Gündüz-gece -daha doğrusu Geceleyin, gizlice- Kimi Gurbet Yolu gözler, Hasret dolu Er Gözleri, kimi bekler Teskere, kimi bakar Haydarpaşa Garı’na Kimi dün geldiği, gideceği Yarına. Bu Kışlada bir Hikaye; Aynı Yılda, Aynı Devrede iki amcaoğlu vedalaşmışlar Haydarpaşa Gar’ında. İki ayrı Kapıdan girmiş, iki Yılda Terhis gelmiş, iki ayrı Kapıdan çıkmışlar. İki amcaoğlu iki yıl aynı Yerde yaşamış, iki Yıl Askerlik yapmış, Kışla onca büyükmüş ki bir kere bile karşılaşmamış! Kışla ünü Rıhtım, Silo, Depo Binaları. Gemiler Rıhtıma bağlı, Sivri Kafalı, Örümcek Ayaklı, Demir Pençeli, uzun Tırnaklı Vinçler, Avını kapmaya hazır bekler Hergün doğurur Gebe Şilepler. Kız Kulesi beyaz İnci gümüş altın, Fildişi Gerdanlığı Boğazın. Adını Endamından alır, küçük bir Hikayesi vardır; İstanbul eskiden Kostantinopolis imiş Doğu Roma’da Kahinler Bizans İmparatoruna; "- Kızın Yılan sokmasıyla ölecek!" demiş. O biricikte öyle güzelmiş ki, Göz Nuru Babasının, Babasını Canı gibi severmiş. Emir Kıraldan gelmiş; "- Boğaza bir Ada kurun, üstüne Kule koyun, Adada Kızım otursun, Korunsun!" Emir-Emirdir, Yılan yüzemez, bilinir. Anca Karadan sürünerek gelir. Kehaneti önlemek için dikmişler Kuleyi, Denizin ortasına. Ama Kader durmamış, saklanmış Meyva Sepeti arasına, sokup Pirensesin Canını almış, Adıda Kız Kulesi kalmış. Kıyıda eski Harem pilajı, Salacak Sandal İskelesi, Rıhtım Gezi Sahası, Çamlık Sırtı Kahvesi ve Bacakları burma Döküm, Sırt ve Oturakları Tahta, koyu Yeşil Bankları ile küçük bir Koru, 4-Gözlü-Camlı, Tepesi Küllahlı, Gemici Feneri gibi Elektrik Lambaları aydınlatıyor Yolu. Haydarpaşa Gar’ı, 4 Katlı 342 Odalı, Barok Esintili neo-Klasik Yapı, Ana Gar. Önünde üç küçük uzun ve dar Merdivenler var. Usta Şair Nazım Hikmet burada Memleketimden İnsan Manzaraları’na şöyle başlar; " Haydarpaşa Garında, 1941 Yılında Saat onbeş, Merdivenlerin üstünde Güneş, yorgunluk ve telaş. Bir Adam Merdivenlerde duruyor birşeyler düşünerek zayıf korkak Burnu sivri ve uzun, Yanaklarının üstü çopur Merdivendeki Adam -Galip Usta- tuhaf şeyler düşünmekle meşhurdur. Denizde balık Kokusuyla, Döşemelerde Tahtakurusuyla gelir, Haydarpaşa Garında Bahar. Sepetler ve Heybeler Merdivenlerden inip Merdivenleri çıkıp Merdivenleri tutuyorlar. Polisin yanında bir Çocuk -tahminen beş Yaşında- iniyor Merdivenleri. Nüfusta Kaydı yok, fakat İsmi Kemal. Merdivenleri bir Heybe çıkıyordu. Yapayalnızdı -Kundurasız Gömleksiz- ortasında Kainatın- açlığından başka birşey hatırlamıyor birde Hayal-meyal karanlık bir Yerde bir Kadın. Merdivenleri çıkan Heybenin kırmızı-mavi-siyah Nakışları. Ata, Katıra, Yaylıya binerdi eskiden Heybeler, şimdi Şimendiferlere biniyorlar. Çaşaflı şişman Adviye Hanm Merdivenlerin üstünde Güneş bir boy yeşil Soğan ve bir İnsan Ahmet Onbaşı. Merdivenlerden bir Kız çıkıyordu Çorata çalışır -Tophane Caddesi, Galata- Sepetler Heybeler Merdivenleri inip, Merdivenleri çıkıp, Merdivenlerde duruyorlar. Merdivenleri Mahkümlar çıkıyordu şakalaşıp gülüşerek üçü Erkek biri Kadın, Erkekler Kelepçeli, Kadın Kelepçesiz, Jandarma Süngülü. Merdivenler üstünde bir Kayısı Gülü, bir Cigara Paketi, bir Gazete Kaadı. Üç bayan çıkar Merdivenleri koşarak -sivri Küllahlarıyla mantar İskarpinleriyle- Banliyo Yolcusu. Merdivenlerde Güneş yorgunluk ve telaş ve Altın Boyunlu Kelebek Ölüsü var. Kocaman İnsan Ayaklarına aldırmadan bembeyaz, upuzun Taşın üstünde taşıyor Karıncalar Kelebeğin Ölüsünü. Üç Küçük uzun ve dar Merdivene nasıl sığar bunca Hikaye, bunca İnsan bu kadar? Kalemin Ucu Kurşun, Kalemin Ucu Kör-Kömür, Kalemin Ucu İspirto-Boya, Kalemin Ucu Zamanın Dijital Bit’i, bir bulaşmaya göre beyaz Kağıda, silemezin bu (B)iti. (*) İnternetten bir Alman Mimarın Kazandığı Restarasyon Projesini görebilirsiniz. |