zaman gelmiş, zaman geçmiş
zaman gelmiş /zaman geçmiş
I. bana bir kaç yeşil ceviz lazım kabuklarını bir güzel kaynatmalı ağarmış bu saçlarıma sürmeli… yeşil ceviz beyazlara iyi gelirmiş oysa zaman gelmiş zaman geçmiş okulun penceresinden bakıyorum öğrencilerin cıvıltısı kulağımda, gittikçe uzaklaşıyor… aklım, bu günlerde ığdır ovasına aras ırmağının aktığı yönden batı taraftan, yayladan inen koyun sürülerine takılıyor… güzün gelişi ile karşıki dağlar gittikçe yalnızlaştı… aklımda bir gelgit öteleniyor gelgitler, ah bu gelgitler... müzmin dervişler misali yine beni örseliyor, yine beni yoruyorlar… II. yaşım daha on bir bilemedin en fazla on iki yüzüm kabuk bağlamış güneş yanığı saçlarım kehribar sarısı hiçbir zaman tam olarak bilemedim yaşımı kardeşlerim için de aynı çünkü yaşlarımız yaylalar sayılarak hesaplanırdı doğumdan çok sonraları kafa kâğıtlarımız çıkarılırdı… bak görüyor musun yine aklım gitti bilmem farkında mısın çok çok uzaktayım… karşıki dağların yamacında bir oba yayladan göçüyor orda, vadinin boğazında bir çoban kavalını çalıyor kavalını çalıyor çoban, nazlı sevdiği duyacak diye umuyor çadırlar atılıyor, denklenip toplanıyor şimdiden yola koyulan sürülerin sonuncusu yamaçtan aşıyor yaşlılar, sürüyle gitsin diye köpekleri taşlıyor çobanlar belli ki yüksek bir hava ile köpeklerini çağırıyor evler eşeklere yüklenmiş düzlükteki kamyonlara taşınmış kamyonlara yerleştirilen denklerin üzerinde çocuklar yüklü kamyonların üstünde birkaç da topal koyun var… kamyonların üzerinde, çocuklar çok mutlu yayla yanığı yüzleri, ne de tatlı gülecekler belki akşama ığdır ovasındaki köylerine varacaklar televizyon seyredecek elektrik lambasını yakıp söndürerek o parlak, o ilahi aydınlığı hasretle izleyecekler evlerinin önünde elma ağaçları... yoksa da komşu bahçeden aşıracaklar kanal boyundaki iğdeler ise zaten yetişmiştir. anneler yazın tuttukları tereyağlarını eritecek tuzunu alsın diye peyniri lora katıp tuluma basacaklar... çobanlar kamyonların peşinden bakıyorlar kamyonlar amma da havalı kornalar dağlardan yamaç yamaç aşıp gidiyorlar o şoförler yok mu, ne forslu adamdırlar uzaklaşıp gittikçe gözümde devleşiyorlar... yamaçlara hüzün, dağlara göç düştü, ilktir bu kırağı bu mevsimde yalnızlaşan dağlardı göç edilen obada çadır yerleri, geride bırakılan yılkı atları ağladı çobanın kavalı, kavalı uzaktan gizlice dinleyen nazlı sevgili ağladı çobanın yanı başında ak yeleli teke ağladı… en mistik yanlarını el yordamı ile bürünerek bir dehlizin dibine iner gibi, yaşlılar dualar dökmekte, gözüne katran inmiş kuzuyu yemesin diye bu yaylalarda şeyhin adı hep yürüsün diye kör çakılarla kurtların ağızlarını bağladılar… babamla sürü peşinde on beş günlük mesafeyi yürüyerek gideceğiz içimde bir fırtına bir fırtına... daha okula yetişeceğiz adım adım sokulacağız, bir sabaha karşı usulca ığdır ovasına hele son birkaç gün, uyku girmez gözüme başladı mı, uzaktan uzağa ağrı dağı görülmeye sabır ne gezer, hele hele hele… III. aklım bir gidiş-gelişlerde göğüs boşluğumda med-cezirler ardı ardına sıralanmakta hani bir doluya, bir boşa koyuyorum olmuyor kurduklarımı tekrar tekrar kuruyorum kafamda ben daha bu gün göç etmiş bir obayım bilinmez seneye hangi yaylaya kurulacağım kışlaklara inen sürülerin üzerinden yükselen toz bulutuyum yaz ortalarında kurumuş dere yatağında alnında şelale izlerini taşıyan irili ufaklı çakıl taşlarıyım... yaşlı babamın yayla dönüşü çadırların yerinde tekrar yaylaya çıkmak nasip olsun annem bir çocuk daha doğursun diye yaktığı ateşin vadi diplerine doğru yayılan dumanıyım ondandır geniz yakar gergefte tınım gurbetleri yüklenerek öyle gelir soluklarım o terk edilmiş yaylada birkaç gün sonra sonbaharın yağmurları başlayacak göç etmiş obanın yerinde taşların duldasındaki kına yosunları beni arayacak belki de ikincil baharlarını yaşayacak çimenler ille de çimenlerin süsü sarı kır çiçekleri sabah erken esen serin rüzgârla o kır çiçekleri tir tir titreyecek… aklımı bir yılkı atı alır o yazın ortalarında kurumuş dere sonbahar yağmurları ile yeniden akmaya başlayacak yılkı atının solukları derenin şırıltıları ile beraber duyulacak yükseltilere kar düştükçe yılkı atları derin vadilere henüz kar düşmemiş kuytuluklara inecek… henüz kar düşmemiş vadiler yüreğimde yine bitmez tükenmez metaforlar imleyecek aklım beni alıp o derenin kenarına sürükleyecek oradan ığdır ovasına, kışlak için indirecek… IV. bana bir kaç yeşil ceviz lazım kabuklarını bir güzel kaynatmalı ağarmış bu saçlarıma sürmeli… yeşil ceviz beyazlara iyi gelirmiş oysa zaman gelmiş zaman geçmiş doğrudur; şair kırk yaş için çok zor demiş ses, yankı, gölge... ne varsa bana ait hepsi geride... orada, zamanın içinde boğulmuş gibi arsız rakkase, aha da bu yorgun yürekte sızmış kâse çatlamış, mey beyhude siyah beyaz bir geceye akmış renkler ekşimiş sarı ölgün sonbahar mevsim geçmiş iğdeler olgunlaşmış aras ırmağının kenarındaki söğüdün yaprakları çoktan dökülmüş… s.eyyubi76@ |