0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
2091
Okunma
zaman gelmiş /zaman geçmiş
I.
bana bir kaç yeşil ceviz lazım
kabuklarını bir güzel kaynatmalı
ağarmış bu saçlarıma sürmeli…
yeşil ceviz beyazlara iyi gelirmiş
oysa zaman gelmiş zaman geçmiş
okulun penceresinden bakıyorum
öğrencilerin cıvıltısı kulağımda,
gittikçe uzaklaşıyor…
aklım,
bu günlerde
ığdır ovasına
aras ırmağının aktığı yönden
batı taraftan,
yayladan inen koyun sürülerine takılıyor…
güzün gelişi ile
karşıki dağlar gittikçe yalnızlaştı…
aklımda bir gelgit öteleniyor
gelgitler,
ah bu gelgitler...
müzmin dervişler misali
yine beni örseliyor,
yine beni yoruyorlar…
II.
yaşım daha on bir
bilemedin en fazla on iki
yüzüm kabuk bağlamış
güneş yanığı saçlarım kehribar sarısı
hiçbir zaman tam olarak bilemedim yaşımı
kardeşlerim için de aynı
çünkü yaşlarımız yaylalar sayılarak hesaplanırdı
doğumdan çok sonraları
kafa kâğıtlarımız çıkarılırdı…
bak görüyor musun
yine aklım gitti
bilmem farkında mısın
çok çok uzaktayım…
karşıki dağların yamacında
bir oba yayladan göçüyor
orda,
vadinin boğazında
bir çoban kavalını çalıyor
kavalını çalıyor çoban,
nazlı sevdiği duyacak diye umuyor
çadırlar atılıyor,
denklenip toplanıyor
şimdiden yola koyulan sürülerin sonuncusu
yamaçtan aşıyor
yaşlılar,
sürüyle gitsin diye köpekleri taşlıyor
çobanlar belli ki yüksek bir hava ile köpeklerini çağırıyor
evler eşeklere yüklenmiş
düzlükteki kamyonlara taşınmış
kamyonlara yerleştirilen denklerin üzerinde çocuklar
yüklü kamyonların üstünde birkaç da topal koyun var…
kamyonların üzerinde, çocuklar çok mutlu
yayla yanığı yüzleri,
ne de tatlı gülecekler
belki akşama ığdır ovasındaki köylerine varacaklar
televizyon seyredecek
elektrik lambasını yakıp söndürerek
o parlak,
o ilahi aydınlığı hasretle izleyecekler
evlerinin önünde elma ağaçları...
yoksa da
komşu bahçeden aşıracaklar
kanal boyundaki iğdeler ise zaten yetişmiştir.
anneler yazın tuttukları tereyağlarını eritecek
tuzunu alsın diye peyniri lora katıp tuluma basacaklar...
çobanlar kamyonların peşinden bakıyorlar
kamyonlar
amma da havalı kornalar
dağlardan
yamaç yamaç aşıp gidiyorlar
o şoförler yok mu,
ne forslu adamdırlar
uzaklaşıp gittikçe gözümde devleşiyorlar...
yamaçlara hüzün,
dağlara göç düştü,
ilktir bu kırağı
bu mevsimde yalnızlaşan dağlardı
göç edilen obada çadır yerleri,
geride bırakılan yılkı atları ağladı
çobanın kavalı,
kavalı uzaktan gizlice dinleyen nazlı sevgili ağladı
çobanın yanı başında ak yeleli teke ağladı…
en mistik yanlarını el yordamı ile bürünerek
bir dehlizin dibine iner gibi,
yaşlılar dualar dökmekte,
gözüne katran inmiş kuzuyu yemesin diye
bu yaylalarda şeyhin adı hep yürüsün diye
kör çakılarla kurtların ağızlarını bağladılar…
babamla sürü peşinde on beş günlük mesafeyi yürüyerek gideceğiz
içimde bir fırtına bir fırtına...
daha okula yetişeceğiz
adım adım sokulacağız,
bir sabaha karşı usulca ığdır ovasına
hele son birkaç gün, uyku girmez gözüme
başladı mı,
uzaktan uzağa
ağrı dağı görülmeye
sabır ne gezer, hele hele hele…
III.
aklım bir gidiş-gelişlerde
göğüs boşluğumda med-cezirler ardı ardına sıralanmakta
hani bir doluya,
bir boşa koyuyorum olmuyor
kurduklarımı tekrar tekrar kuruyorum kafamda
ben daha bu gün göç etmiş bir obayım
bilinmez seneye hangi yaylaya kurulacağım
kışlaklara inen sürülerin üzerinden yükselen toz bulutuyum
yaz ortalarında kurumuş dere yatağında
alnında şelale izlerini taşıyan
irili ufaklı çakıl taşlarıyım...
yaşlı babamın yayla dönüşü çadırların yerinde
tekrar yaylaya çıkmak nasip olsun
annem bir çocuk daha doğursun diye
yaktığı ateşin
vadi diplerine doğru yayılan dumanıyım
ondandır geniz yakar gergefte tınım
gurbetleri yüklenerek öyle gelir soluklarım
o terk edilmiş yaylada
birkaç gün sonra
sonbaharın yağmurları başlayacak
göç etmiş obanın yerinde
taşların duldasındaki kına yosunları
beni arayacak belki de
ikincil baharlarını yaşayacak çimenler
ille de çimenlerin süsü
sarı kır çiçekleri
sabah erken esen serin rüzgârla
o kır çiçekleri
tir tir titreyecek…
aklımı bir yılkı atı alır
o yazın ortalarında kurumuş dere
sonbahar yağmurları ile yeniden akmaya başlayacak
yılkı atının solukları
derenin şırıltıları ile beraber duyulacak
yükseltilere kar düştükçe
yılkı atları derin vadilere
henüz kar düşmemiş kuytuluklara inecek…
henüz kar düşmemiş vadiler yüreğimde
yine bitmez tükenmez metaforlar imleyecek
aklım beni alıp o derenin kenarına sürükleyecek
oradan ığdır ovasına,
kışlak için indirecek…
IV.
bana bir kaç yeşil ceviz lazım
kabuklarını bir güzel kaynatmalı
ağarmış bu saçlarıma sürmeli…
yeşil ceviz beyazlara iyi gelirmiş
oysa zaman gelmiş zaman geçmiş
doğrudur;
şair kırk yaş için çok zor demiş
ses, yankı, gölge...
ne varsa bana ait
hepsi geride...
orada,
zamanın içinde boğulmuş gibi
arsız rakkase, aha da bu yorgun yürekte sızmış
kâse çatlamış,
mey beyhude
siyah beyaz bir geceye akmış
renkler ekşimiş
sarı ölgün sonbahar
mevsim geçmiş
iğdeler olgunlaşmış
aras ırmağının kenarındaki söğüdün yaprakları
çoktan dökülmüş
Mustafa Alagöz
5.0
100% (1)