BİR TUTAM OYUN BİRAZ ÖLÜM
Bizler, çamurdan üstü başı pislenmiş, annesinden okkalı bir azar yediği halde, dışarıya, topun peşine durmadan koşan çocuklardık. Güneşin yüzümüzü okşamasıyla, güzel oyunlar oynayacağımız yeni bir günün mutluluğu taşardı yüreğimizden. İşten gelen babamızı şöyle bir kucaklar, tekrar oyunumuza dönerdik.. Hiç bir annenin yüzüne yerleşemezdi, korku. Yerleşemezdi çünkü, tüm mahalle, kendi çocuklarından ayırmazdı bizi. Bir çok annem, bir çok babam, bir çok abim ve ablam vardı benim. Bizim. Mahallemizin kedilerinin bile isimleri vardı. Öyle ki, herkes her şeyi benimserdi. Kediyi, köpeği hatta salı günleri saat 13.00 gibi geçen, topladığımız metal kola kutularını bir sakız parasına sattığımız, bizim deyimimizle " demirci"yi bile. Akşam vakitlerinde, bırakın kendi evimize ekmek almayı, neredeyse, tüm dairelere koşa koşa ekmek taşırdık fırından. Dedim ya, kimse korkmuyordu o zamanlar! Hiç bir anne uyarmıyordu çocuğunu " yabancılar bir şey verirse sakın alma" diye. Çünkü, yabancılar dahi seviyordu çocukları. Bir Ömer amca vardı, bize sakız, şeker dağıtır, yeri geldiğinde de azarlardı. Ama, kimse " sen benim çocuğumu azarlayamazsın" demezdi de. Çünkü, bizler Ömer amcanın da çocuklarıydık. Azarlıyorsa, vardır bir bildiği. Azarlıyorsa, yine yapmışızdır bir yaramazlık.
Bizler, bulduğumuz yavru kedileri, dedemin kızacağını bile bile korumak için bizim bahçeye taşıyan masum çocuklardık.Her zaman tek hedefimiz vardı; OYUN. Her şey, oyundan ibaretti bizim için. Kedilerin, annesi olurduk. Bazen dedemin taklidini yapar, eğlendirirdik ufacık yüreğimizi. Baktık karnımız acıkıyor, bir soluk eve koşup, yarım yamalak doyurup karnımızı, tekrar oyuna koşardık. Hatta bazen, sırf tekrar çıkabilelim diye, arkadaşlarımızı da sürüklerdik evimize. Annemiz kızmasın ve tekrar yollasın diye. Bazen gece yarılarına kadar birlikte vakit geçirirdik mahallenin çocuklarıyla. Mahalleye yeni taşınan bir çocuk varsa hele, canla başla aramıza katmaya çalışırdık. Onu tüm oyunlara çağırır, bizden olsun diye uğraşırdık. Çünkü o zamanlar; dil, din, ırk ayırmıyordu hiç bir çocuk. Ne günlerdi.. Ne "güzel" günlerdi öyle.. Toplumumuz, kabul etmiyordu, sindiremiyordu hiç bir suçu. Toplumumuzda, suç yok denecek kadar azdı. Kapılar kilitlenmiyordu, daha ne olsun? Toplumumuz, duyarlıydı bir zamanlar. Şimdi, kulaklarını tıkayıp, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek sürdürüyor yaşamını. Şimdi toplumumuz, sadece kendi çocuğunu düşünüyor. Ve işte şimdi bizler , korkan anneler, korkan babalarız! Sapık düşünceleriyle, çocukları katleden onca insanın, sırf aşık olduğunu için" hafifletici neden" olarak gösterilmesiyle , her an çıkabilmesi korkusuyla yaşayan, korkak anne babalarız!Çocuğumuzun dışarıya çıkmasından bin bir evhama kapılan, Okuldan dönerken, birinin onu kaçırması korkusuyla, kapının önünde çocuğumuzu bekleyen, aciz anne babalarız. Oysa ben, bu yaşıma kadar, birinci sınıf hariç, hep tek gittim okula. Onca arkadaşımla beraber, gidip geldik yolları. Kimse kaçırmak istemedi, kimse " seni babana götüreceğim" demedi bize. Kimse, şekerle kandırmak istemedi. Kimse, ablamızı sevdiği için, yakmak istemedi bizi! Ne ara bu halde geldik biz? Neden masum binlerce cana kıyabilecek kadar kararttık kalbimizi? Küçük bedenlerle derdimiz neydi bizim? Hiç mahalle tadı tadamadan büyüyen çocuklara yaptığımız bu haksızlıkta neyin nesi? Ben, doyasıya yaşamışken çocukluğumu, şimdi ki kardeşlerimin yaşayamaması ve ölüm korkusuyla kavrulması hiç sızlatmıyor mu içinizi? Annelerin gözyaşları, ıslatmıyor mu sizi de? O gözyaşlarında boğulacak gibi olmuyor musunuz benim gibi? Peki ya, o minik bedenlerin tecavüze uğradığı, yakıldığı, bıçaklandığı, kuyuya atıldığı, boğulduğu,organlarının çalındığı bir dünyada susmayı nasıl başarabilir bi vicdan? Ölümü hiç kimse hak etmiyor ama bazen, şeriat kurallarını onaylıyor insan. İdamı mesela..Yada, en can alıcı cezaları. Kimse ölümü hak etmiyordu, ama Gizem’de bulaştı azraile. Gizem’inde umutları çalındı, hayalleri "yakıldı". Gizem gibi, nice çocuğun.. Her gün haberlerde, başka bir çocuk, her gün, başka bir can. Artık dur denmeli! Bu hastalıklı bedenlerin durdurulabilmesi lazım. Geç bile kalındı bazı şeylere. "Seviyorum" yalanına inanmamalı mesela hakimler, savcılar.. Ölümün, hiç bir hafifletici bir tarafı olmamalı! Hatta bazen, ölüme ölümle karşılık verilmeli diye düşünüyorum. Belki yanlış belki doğru ama idamı bazı suçlar için onaylıyorum! Artık, susturamıyorum öfkemi, kalemimi. Bu canilerle aynı havayı solumak dahi istemiyorum. Çocuğunu korumak için ne yapacağını şaşırmış bir annenin feryadında boğulsun hepsi. Bir babanın yanan canında kavrulsunlar. Ve şimdi bizler, tutsak çocuklarız.. Oyundan önce ölümle tanışan, insanlardan korkan, içine kapanık, güven duygusu taşımayan çocuklarız.. Ve aslında şimdi bizler, ölü çocuklarız.. -ElifAğaç. |