Sessiz söyleşi.
Düşüyordum düşünmeden,
üşüyordum üşenmeden. pencereliydi girdiğim evler, damından güneşi seçiyordum şehir efsanesi ve bir inanılmışlık hakimdi dostluğumuza ve çocukluğumuza. Öylesine telaşlı oynuyorduk ki geniş zamanlar uçuyormuşçasına. Sarımtıraktı hastalığımız tipik çocuktuk şifalı gülüşlerde ölümsüzlüğü bulmuştuk. Şimdi baktığım küçücük mekanlar nasıl devleşmiş annemin eli, babamın uzun boyu, gözyaşımın tuzu... İnsanı gerçeklere yabancı edermiş. Artık bir gramofon iğnesi kadar hassas çerçevede yaşadıklarım. Zemin ıslak ve kırılganlıklar dahi sahici değil. Seyre dalıyorum kişileri,etrafımda delil bırakmadan. Gülüyorum gülüşmeden, bakıyorum bakışmadan... |