Soluk SiyahBana siyah beyaz bir filmi hatırlatırsın. 60’lar 70 ’leri Eski İstanbul oluverir ıslak kaldırımlar, Balat’ da bir meyhane tabela rengi, kokusundan soluk, fonda bir nihavend ile kemanın dış sesleri içeri süngülenir. Ne çok kafalar karışık gelinir oraya bilirsin. An olur kimlik sorulur gibi mazeretin yoklanır. cesaret panzehiri zehirleyerek mi çoğaltır? Yoksa üretim fazlası mı zehre bu cesareti verir? Bilinmez. Memnun olmakla olmamak arasının kendindenliği, yol arkadaşının maceraperestliği seni zorlamış, sorular vestiyere teslim, gün artık prizden çekilmiştir. Sonra bir işportacı gibi küçük bir alanı sahiplenen umudum, hayal tacirlerine sote bir yer gösterir. Dinlenen aldırmaz, dinleyen aldırır da taşımaz. Senin beni aldırdığın yerden kendimi kaldırıp attığım gibi. Arnavut kaldırımında kundura sesleri gülüşmelerle kesilir. Saat, zamanın fanusunda aklını korumaya alır. Türevleri çoğaldıkça kederin, anlamları benzeşir kişilerin bu saatlerde. Resimler gibi çerçevelenir dağınık sokak arşivlenir. Süpürülür. Ad koyması kalır isimsiz bırakılmış onca karaktere, yazıya, sana Gülümsemenin donduğu ana dek açık olan Beyazperde ye ışıkçı, yer gösterici aranır. Her yitikte saklı kalmış parça yol olur, göz olur bakan. Eksik bir metin olur, kapıda davet bekleyen nihavend bir hüznün arkadaşlığı olur. Hiç bitmeyecek bir film gibi güçlükle sonlanan... |