SESSİZLİĞİN BOYNUNDA ASILI HAYATdüşlediğim hayallerin çocukluğu bana aittir tezat üflemeli geceye rehin değilim kuyruğu kısık karanlığı anlamak gerek önce urgan salınmış kelimelerin içine düşmeden eflatun toplayan düşler sapağında okşuyorum siyahlar giymiş tekil sevmeleri art niyetsiz kalabalığın ön safında beliren çizgide malum yorgunluklar konuşuyor hayata dair bitkin mevzuları içinin depremsi yıkıntılarını temizlerken genç kız boş dairelerin kenarlarını yontmaya çalışıyor delikanlı ardında binlerce ölü bırakan ihtiyar ağır tevazu içinde bırakmış hayalleri kadının öksürükten berbat ağır valizi son bir umut belkide ve düşünüyorum ağır buhranlar yansıması sancıları kör hüzzam içinde saklanan lal aşkların sağır zamanlarını öyle düşmeler saplanıyor ki özlenen tüm sevilen figürlere korkudan gölgeler yazılıyor o hasretlerin mektuplarına bir gören olmasın diye incinen yüreği suskun hastalıklar ekiliyor ruhun en güzelim toprak anılarına sessizliğin senaryosu film repliğini işaret ediyor korkunç finale oyuncular çoktan berbat bir kayboluşu oynamış yazılan çizilen ne varsa aşka maruz kentlerin sarkaçların da boşuna olup bitmiş hikayeleri karıştırmış zula boşluğuna artık irin selleri göz açıp kapayana kadar büyümüş ustaca son bir rehin alma çabası doğru adına yaşamın yağan katran yalnızlıklar tarafından engellenerek koparılmış umuttan olup biten tüm akışların hürmetine gitsem uzak bir coğrafyanın yalın ayak yabancılığına bir ömür bestelesem kentin ağzından dökülen acılara inat bağdaş kurarak yarı çıplak sentezlere armoni aklımda tanrılar sersem huzura ahir zaman çok alıngan saatlerin yansıması hey hatıralarım burnumun ucunda gözlemlediğim kasıtlı yalnızlığı anlatamam boynu bükük çocuklar çekilirken gel git denizlerin sularında yüreğime derin mevzular aks eden kadını çözemez küllerim atıp yelkenlere saplanmış düş yıldızlarını denize hiç uğramadığım keman sesleri özlemeli paçavra solum portreler çizilen mor maviler altına küçücük dip notlar iliştirerek şair olmadığımı ispat etmeliyim daha çok kırılgan hikayeler toplanacak şu malum yarında elimi sürdüğüm küstüm çiçeğinin barışması olmadan denizin tuzunu çekerek göğüs sandığıma pencere buğularında tütün çeken yalnızı oynayacağım ve hiç yabancılık çekmeden bilmediğim bir kayıp olup düşeceğim yolların arzındaki kapalı sığınmaya kimsesiz mağlubiyetler arasından geçerek anayurdu kayıp kentler olan ozanlara geldim ve taşlara serili ölü benzetmelere sürdüm yüzümü ayin bulaşığı bir Sufi alnı kavim hikayelere buyur etti beni ne tuhaf olgunluk bu anlatılan bilmediklerim kitaplar sarı sayfalarını açmış bekliyor sofrada takvim yapraklarının düşmesinde değil zamansız gizlerde kavuşuyorum yağmurlu bilginlere şah kurgularında kapısız düşkünler ağırlıyor sahipsizliği dışarıda iklimlerin baş gösteren çırak bilenmesi basit gerçek ve uzanarak bin yıllık anlamadığım sözcüklere doğrunun basiretinde uykuya dalabilirim sonrası anlık hissetmeler sanırım hani saklarsın kendinden bile utandığın sırlarını kimseler çözmeden karman çorman düşlerini bir gecenin yalın halinde korkulara yedirirsin kutsal bildiğin kaçak sanıların bir bir ele verir hiç beklemediğin zamanda seni en somut isyanları acıtarak saplarken ten kokuna bir anda soyut kaybetmeler sarar bedenini ve avucunda terli duran bir umuttur sana kalan bir meczup ancak bu kadar gülümser akıllı zamanlara |
bu mısrada takılı kaldı aklım