O "ki" ses verir her sese
Allah Azze ve Celle
Ezgin iklimlerin insanları vardı Sisli ufuklardan kırılgan vakitlerde Rüzgâr zülfüne serzenişini bırakır Damarlarında hazar’ın asırlık öfkesi Galeyana gelirdi: Ruhunu sarmalardı -kin- Nedamet duymaz zulümden Gözünden taşardı öfkesi Ağız dehlizinden hududunu bilmeyen dili Salya akıtarak dışarı fırlar Kıtalar’ı dönderecek bir küfür çıkartırdı İnkar ederdi; buğuzdaydı -af sofrasına tiz bir esef düşerdi- Dağlar hüzünlenir Bulutlar tasalanırdı Tan vakti yorgun düşer Irmak sesi sükût ederdi Evren hüzün yumağına dönerdi Düşünürdü -mavi mavi- Rüzgâr esmese dağılmazdı sis Bulut olmasa güz dallarında kalırdı Alnını öpmezdi filizlenen buğdaylar Düşleri olmazdı aşkla mayalanmış yıldızların Coşarak girmezdi pencereden içeri Billur aydınlık Gözlerinde bir asırlık yaşla Koru sineni yakan oklardan kaçan Koyu gölgeler arayan Uzlet çukurunda debelenen Ademdin Ebabil gagalarıyla havalandı taşlar Bulutlar devrildi bir bir Tûr’a dağı yerinden oynadı Semalar titredi aşkından Sen yine bilmedin Yine isyanda yine aynı beşersin, şaşansın Bilirmisin en güzel melodi Kibirinle çıkarttığın sonrada esiri olduğun ses değil Yeri ve gökyüzünü kucaklayan Ölümsüz aşkları miraca çıkaran arşa götüren Işığıyla gün ortasında kararan yüreklere gülen İçinde hepimizin hünersiz kaldığı maverâ’da Nuruna sarıldığımız sestir ki; O ses’e kırılır bel Durulur sular batar dibe kibirler Hâlâ kendinle boğuşup boğulurken Toslarken aynada gördüğün güzelliğe Şeref bildiğin defterin kapanmış Pahası ehemmiyetsiz darasına bakılacak Senin için zor sorularla dolu Amel defterin aralanmıştır En zor ödevler hazırlanmıştır Ne gün doğumu; ne gün batımı bekleme Azrâil yanaklarına indi tanıştın kaderle Yeniden dirilişe yürüyorsun Beyaz sehere bezenmiş olarak Şimdi secdelerin şırdaşın Oda ses verir masal enginliğinde. |