kendinden önce çığlığın giriyor o küçük seslerin deliğinden ellerimin önüne felç kulesi kız inmiş uzanıyorum tutamıyorum dilimi kesmeyi düşünüyorum kendi suretimde ıramış pencerede yılanlarla sessiz ve kesik kesik âşkı konuşuyorum köşelere ölüm ‘mü yerleşmiş felç mi bilmem; kıpırdayamıyorum ihanetin yedi veren gülüne kök oluyorum
yer altı odalarında yuvarlak taşlar biriktirip kaçak harçla karıştırdım -duvar örüyorum- su derin kuyuları dolduruyor her hangi bir sızıntı kendini gösterdiğinde kin ve nefretle -tıkıyorum-
kaçış dehlizlerini tıkadım oksijen tükeniyor pazarlığa oturuyorum seslerle kol gibi anlaşamıyoruz geçit vermiyorum girişlere
peki kim kılavuz olabilir bana kol kol denizlerin aktığı yeraltı nehirlerinde? -kimse;-
İnsan durma! soğumuş dehlizlerde mervaniler’i oku; -oğullarını çoğalt- bastırılan her şey Hayat’ın süt çocuğu gibidir her sabah kuşkuyla uyanan insanın anlamı varsa dünya üzerinde bir nokta yer değişir çığlık ezgisini son nefes kan ve güçle okur kendi tarihini anlatır! ruhundan taşıyorken hayat!
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Sesler şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Sesler şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
"Deniz'in kıyısından hiç ayrılmadan , dağları, tepeleri aşarak günlerce yürüdü iki arkadaş. Tepelere çıktıklarında bir duman aradı gözleri, bir ses aradı kulakları.Ne bir duman ne de ses karşıladı onları. Yılmadan sürdürdüler arayışlarını. Acıkınca balık avlayıp yediler, tavşan vurup yediler, önlerine çıkan suları buz gibi derelerde susuzluklarını giderdiler.
Günlerden bir gün , kumsalda ayak izine rastladılar.Bir insanın ayak izi.Hemen peşine düştüler. Çoğaldı ayak izleri... Kıyının epeyce uzağına bir tepeciğe kurulmuş köyü gördüler.Silahlarını ellerine alıp, başlarının üstüne koyarak sürdürdüler yürümeyi.İyice yaklaştıklarında köye , korkutmamak için köy halkını silahlarını yere bırakıp , oldukları noktada durdular. Köylülerden üç kişi geldi. Başlarıyla onları selamladılar.
İki dost ustalaştıkları çizgi ve taş diliyle anlattı köylülere öykülerini. Anladılar taş diliyle birbirlerini. Anladılar ki köy aynı kendi köyleri gibi, Güneşin battığı yerdeki köyden yürümüşlerdi güneşin doğduğu yerdeki bu köye ve gördüler ki güneş doğarken bir kıvılcım gibi belirirdi hep Deniz'in üstünde ve sonra genişlerdi. Yolculukları bitmişti. Güneşin battığı yere geri döndüler sonra insanca duygular ve içlerinde dostlukla."
Bilgin Adalı'nın bir öyküsüydü paylaştığım , çünkü çok yakın buldum kendimce şiirinizin temasını.