Gözlerime Dağılmış Bir Coğrafya Çiz Sevdiğim..
yüzüne zemheri çarpmış şiirden bir akşamdı
ben vurdum dedim suç bir başına bensiz yattı sekiz akşamdır kerbelamı ömrüme kurmuştum naçar bir imgede gün gece kentlere savrulmuştum saklımda gözlerine sunacak mor yeşil seher baharı o çamurlu yolların taşına dizlerimle dağıtmıştım belki de o hiç okunmayan o esrik masallarda kollarıma kargalar kadar köhne kara kahkahaydım ve ben ne yaptımsa kendi tenhalığıma su boylarında vurulacak sığırcık şaklaması kalmıştım... devriyeler devriliyor destan dağ deviren duvarlarda her yanan ışıkta ceketim zifir bir kir soluyor kendini aşk adına vuracak silahlara ne oldu bir bana mı kaldı bunca nişangahtan barbut kokusu aklıma yetim fikrime öksüz sevdalar büyüttüm de hala neden soluyorum her şehir koyu katran kokusu savrulan bir şiir anlatın bana mesela eskiz bir resim olmadı ayaklarınıza renkli bir ihtilal sürün her bulvarın infazı kendi vicdanı kadar büyür ölürse kimse ölmez bir tek yalnızlık ölür... soğuk ırmaklardan geçiyorum künyem ben değil gözlerimi yıkayan yaş ve yağmur hiç değil ay sarılmıyor karanlığa ki yıldızlar ne yakın yüzüme ağzımdaki böğürtlen bir ölünün gamze tadı sessiz korularda ateşböcekleri ışığı dilsiz tırnaklarımda ağaçların nemli tomurcuk rengi çok hazirandır az yaz unutmuşluğum vardı evvel hikayelerden epey önce kalan ve siz ne çok sevmiştiniz birbirinizi bir fırtınada bir sandal tahtası kadar olamayan... gözlerime dağılmış bir coğrafya çiz sevdiğim dağılmış kandil ışıkları hicranına rehber olsun sen ki göğsünde ezber nergislerin doğurganlığı ayak bilekleri kaçak sürgün serin seher şafağı kaldırımlar uyusun sen yine bir kez daha yürü akasyalar arsız büyüsün açelyalar öyle narin ellerinde kırılmış notası devrik keman izleri sesin ki okuduğun yasak kitaplardan da derin mevsim oldu görmedim kirpiğini bağışla bir akşam firar verdim ömrümü boyun sancıma... I. bir aşk nasıl yaşar haritasız yağmur vurmuş talan elimize düşümüz söz olmuş barınaksız serçe telaş düşer döşümüze... iklimler geçtik kıyısına bozgun limanlar yolumuzda gölgeler zühreye yaslı yıllar eşkalimiz hüzün sokaklar sesimize dar yürüdük patika bulvar alnımızda rüzgar... bir ömür nasıl yaşar sığınaksız sürgün düşmüş gurbet tenimize ateşler köze durmuş makamsız yar der yanar sönmez dilimizde... hicranı mahşerinden yaralı gün bize neyler ay ışır ırmak boyu vuslat yavuklunun yüzü ferman damlasın varsın şarkımızda karanfiller söylenecek sözümüz var gayri söz yeryüzü... bir aşk ömürde filizdir filiz susuz kanar kan toprağa düşmesin tohum toprağa ağlar ve yeniden yanar şarkılar... şarkılar yanar meçhul bir dilenci ağlar ısırgan bir yeşil birkaç el tutar yolların kendisine ait tel örgüler cami avlusunda ezan kadar masumdurlar hangi ses / hangi su acıyı kanla yıkar... derken bütün perdeler camlarına küser ölmek için anı derlenmez her çiçek yaşamak için vardır ve her yalnızlık paylaştığı kadar yankıdır saatlerse yenik bir anı tarihi... II. gözlerime dağılmış bir iklim çiz sevdiğim yitirdiğim bilye telaşı olsun mesela hiç tanışmadığım bir ihanet de olur kursağından kusan kurbağaları anlat bana ki onlar ağzına su değse hıçkırık bilmezlerdi sonrası her sözüme son bir mısra kadar veda duyduğum her ses adıma yabancı polis kaydımda hükümsüz bir telsiz kod adı yani sebil mezarlarda dolaşan bir gezgin ne bilsin ne bilsin seni hangi kitap okuyup hangi ihbardan sildiğimi.... Mert Metin |
Nun duruşlu bir rüzgara teslim ederken kendini
yalnızca toprağa banılır yürek
hani ateş geçirmez deyi
bu denli yalın özlemişlikler
ölüm soğukluğunun nefes buğusundan sislendirirken hal-i vakitleri
eşsiz bir acının deminde gölgeler batar ayrılığa
kefareti damlar dillerden tüm cümlelerin
ve bir muammaya dönüşür
cennete nerden gidilir
ya da
nereden gelinir özlemi dinenlerin yurduna
elimizde olsa tarihten Tanrıların tüm güçlerini aşırırdık
teninin esmerliğini topraktan alan çocuklar
beyazı bir tek kefende görmesinler diye
tüm siyahları yutmak için
sizi okumak hep güzel şair
teşekkürler şiir için
saygıyla