insan gübresi
Kan bulanığı gökyüzüne açtım kaldırıp avuçlarımı
Tulu rüzgarına döküldü kemik tozlarım. Aynı dili konuşan iki bin yıllık ağızda savaş ve barış şarkıları söylenirken başkası tarafından deriye tıkılmış hayatın sorumluluğu sırtına yükleniyor. Kapıdan girer yorgun insan karanlık oda içinde oturur milyon yıl bozulmayan alışveriş torbasını ve bozulan yiyecekleri taşımaktan yorgun kolları oğlunu savaşa göndermiş babalar babalarını savaşta yitirmiş çocuklar ve ölümsüz tanrıların yerine geçen zenginlerin işini görmekten yorgun insan karanlık oda içinde otururken bir gölge yürür döşeme üzerinde tavanda bir tane daha belirir ve sonra ses çoğalır kafatasında, sarmaşık dalında aşık misali hayat dolu olabilmek için bekler her şeyi sesli yaparken sessiz sevişenler… Azrail peşine düşen şu yaşlı adam gibi ölüm peşinde sonsuz yolculuk… kadının gözleri mavi nokta hayatın son cümlesinde ve yemek sonrası sıtma nöbeti misali bir titreme belirir bazen alkolizmle ilgisi yok belki vardır emin değilim kıtaları ayıran güç ne ise ona sormak gerek ve bazen cehennem öncesi cehennemde yaşadığım hissine kapılıyorum intihar eden, cinayete kurban giden, boğulan, asılan, ateşte yakılan, kurşuna dizilen, trafikte ezilen, elini kıyma makinesine kaptıranları, salgın hastalıklar, kanserli hücreler, fırtınalar, depremler ve sel baskınlarının alıp götürdüğü şu gencecik hayatlar, bu dünyadan öte cehennem mi var? Olsa olsa cennet vardır… Bizi bir temiz dövüp cennete koyacaklar… Adımı bilmiyorum artık çünkü okuldan sonra faydası olduğuna inanmıyorum sürüden ayrıldığımı biliyorum ve diğer kurtlara karşı savaşmalıyım yiyecek ve bir dişi bulmak için ancak kurt değilim ben insan insanın kurdudur demişti ya birisi ona sormak gerek. Bir kafede oturup birkaç kadeh yuvarlarken Birbirini senalarla dolduran insanlara bakıyorum dertleri olduğuna inanmak güç kadınlarsa öyle sıska ve lezzetli olabiliyor ki bazen kokuları erkeği oturduğu yerde sendeletiyor ve ilk defa işerken dişlerim kamaştı bugün daha sonra merdivenden çıkıp yerime dönerken hemen karşımda sırtı kapıya dönük bir kadın gördüm siyah tayt sıyrılmıştı ve güneş görmüş koyu kasenin çatalı ortaya çıkmıştı iç çamaşır giymiyordu ve kadını kimse uyarmadı onu görenler zendost bir bakış atıp yanından geçiyordu eh güzel bir manzarayı kim düzeltmek ister ki… Şimdi ellerimi övüyorum kendime sonra ne güzel ellerim olduğunu söyleyen kadını düşünüp olmayan bir şeyin varlığına inandırıyorum kendimi ve sıradan bir akşamın serin kuytusunda mektup kağıdını dil altına sokup kendini kesen manyaklar elektronik postayı tercih ediyor… Doğumlu intihar şu hayat en büyük günahkar kadınlar değil onları intiharı sürükleyen biz erkekler… |