ÇOCUKSU BİR AN
Günahların çemberine düştüğünden beri
Yarımdı insanlığın gülüşü, yalnızlığı en büyük haramı sayılırdı yeryüzünde anlamsızlığın içinden düşen anlamlı bir damlaydı kimisi Bir tırtılın kozasında beklediği gibiydi yaşantı. Önce çocuksu bir andı Sonra… Gençlikti… Başkaldırıydı… Yaşlılıktı… Ölümdü… Sükûttu belki de… Çocuksu yanıydı her gün bir şeyleri öğrenen, Sonrada bu bildiklerinden örselenen… Çıplak ayak giderken çölde Yerden yükselen dikenler batıyordu yüreğine… Bir sancı derinlerde koşardı, yalınayak… Sessizliğe sarılmış akşamlardı herkeste bir suskunluk. Vakitsiz düştüğü dipsiz uçurumların göbeğinde Sarsılıyordu bedeni. Feryattı… Yakarıştı… Damlalardı dudaklardan dökülen. Kendi yalnızlığından bir kalkandı perçinlenen yüreğine… Ve gidip sığındı gökyüzünün en hüzünlü bulutuna… Dallarından tutmak istedi yaşamı. Tomurcuklarla açılmak istedi çiçek, çiçek… Bir hayalin sapanından fırlamalıydı gerçekliğe Ve çakılmalıydı zamana… Yer gök kavuşmalıydı Zaman kaçmalıydı pervasız gülüşlerden Yargısı olmayan infazlardan Yalana saplanmış gözlerden de Nereye? Zor bir karardı Bir hüznün gölgesine sığınan umutlar Çıkmalıydı artık gün ışığına Hüzünlü armoniler, yer değiştirmeliydi renklerle Ve bir notanın sesinde varılmalıydı Çocuksu bir ana mutluluk kapısının önünde Manolya kokuları, akasya kokularıyla meşk ederken Mucizeler sallanan dallarda Uzanmalıydı eller tutana kadar Ve daha çok coşmalıydı dallar Mucizeden pırıltılarla Tekrar, tekrar… maide özgüç |