Ateş Çiçekleri
her dosyamı dağa kaldırmış
ser celsemi ardım sıra bırakmıştım sözlerim silinmişti adımlarım incinmişti yani kimselerin görmediği ihbarsız bir kimlik ve kayıtsız bir yalnızlıktım bulvarlarda görülmüş ırmaklardan sürülmüş masallarda ucube sırlara suskun köşe başlarında vurulmaya yeminli hudutsuz ve hesapsız o uzak limanlardan sana bir tek kendimi getirebilmiştim… o akşam tahta masamızda hücre yorgunu forsalar gibi dillenmiştin ve dere boylarına inen acemi telaş yavru ceylanlar saklardı gözlerin yaylaların vardı senin doruk ve bulutun omuz başı halay çektiği bir de sehpan hani şu dergilerinin darmadağın derlenip yerlere serildiği sonra bahçenden gizliden aşırıp hani aklına esen ilk çiçeği her kitabın arasına ekmek yani bilirdim ki sen kadar yürek işi usulca yanağına eğilip fısıldamıştım sen hiç sakladın mı ateş çiçeği omuzlarını narince silkip boynuma dokunup sormuştun nedir o sahi ve ben coğrafyalar eskitip sınırların peşime düştüğü günden beri bilmezdim senin kokunu derken bildi sümbül gülüşlerinden de beterdi zamansa başımızda dolanan avare taylar terine nefesine binip giderdi… erken özlemin üstüme devrilirken sakıncalıydı deniz dibi pusluydu gökyüzü sana ait yıldızlar seçiyordum kendimce uzatıyordum ellerimi durup durup venüs’e ışıklarını söndürmüştü meyhaneler otel diye dolanıyordu yatırım çekli kerhaneler olur olmaza olur düşler kuruyordum ve balıkçı idris’in sırf fiyaka olsun diye günlerce sergileyip çürüttüğü mahalleyi burun felcine uğratıp yedikçe küfürü pişkin pişkin güldüğü boydan cüce dişten körpe köpek kılçığını bile öpesim geliyordu dalgalar yüzüme köpük değil o içilesi simsiyah saçlarını vuruyordu… bir ıslık bir sessizlik tutmuşken kasabanın ıssız köşelerini kör mü olsaydım da görmeseydim o malum arabada seni… oysa… oysa ellerin hırsızın çalıp kaçtığı bir ekmek sıcaklığı gibi titrerdi saçların göğsüme çarpan yağmur gecelerine benzerdi eskort köpeklerle gezdiğimiz o sahiller de olmasa hani benim seni sevdiğimi sahi sana hangi şair hangi şiir söylerdi ey gonca yüreğinde iki gülü saklayan baldıranlı hüzünler kızı yarası yüzüne kapanan avuçlarında gözyaşı ışıtan neşter sancısı içerim alkol yanması tütün kokusu bir de üç mermi izi içerim tarla kuşlarının kendi aralarında itişip didişmesi şimdi sen kendini inzivalara gömsen de okuduğun sayfalar misali bundan böyle rivayetler bile şu kadarcık bağışlar mı artık seni… her yosmanın önce kasıkları ağlar yüzüne çizgiler düşmeye görsün kan damarına küserse rengini dökecek mecralar bulurmuş ve sen pencerenden dökülen yapraklara bak ve de ki gün gelir postacılar bile çaldığı kapıları küt diye unuturmuş… hiçbir ayaz uzaklığın kadar üşütmezdi beni aşk dediğin zaten seni seviyorum demekmiş başka da ne ki yok öyle yüzüme bakıp bakıp uslandırmayın beni remzi bırak elimdeki şu revolveri bırak remzi yedisi ne ki…alayının düvelini be…düvelini… ah seni sevmeler cinneti seni edilmiş sözlerin seri yalan cinayeti şimdi senden bana kalan sesimde solan ve hiç bilemeyeceğin ve hiçbir yerde göremeyeceğin baharında yanmış ateş çiçekleri… Mert Metin |
Berceste şiir için teşekkürler, saygılar.