çingene kahkahası
Akşam olunca göğsüne dolgun kadınlar çoğalır
ayakkabı giyen ölülerin yürüdüğü ıssız kara parçasında... Saat anason vurduğunda çalınır sıcak müzik… Damar damar işlenmiş beden soyunur ayrıntısında şeytanın deliksiz uyku kadınsız uykudur salgın hastalık gibi eller dolanır etrafında gözbebekleri pastoral zevkle renklenmiş şarkı söylemek isteyen menekşe solgunu yüzde açılır yalnız ağız ve başka bir ağız örter diğer ağızı çan sesinde titrer eski kıta kan sıçramış topraktan paçalarıma silah gölgesinde memleketin yolları ve açız, diyor hep birden sesine doygun boğazlar, ve açız ve açız dünyanın son kadınını paylaşıyor akşamın yakut süngüsünde kırmızı güneşler beni ölüm tutuyor, ya seni? En iyi iştah açıcı kadındır ve son yemek aynı kadının elinden gelir… Bir şiirin son dizesinde patlar nepal parmaklara bulaşır kırmızı mürekkep Enseden tutulmuş, taşınmışız bir yere Bıçaklar bileniyor başucumda gaz solumak istiyorsan parka git. Saat Anadolu buçuğu ve ben bir manzaraya bakıyorum ya da manzara bana bakıyor gözlerimden. İstanbul’da karanlığın en kalabalık saatinde vapurlar çekiyor karşıdan karşıya sevdaları İstanbul’da karanlığın en kalabalık saatinde sokak başında bekliyor dilenci ayakları çıplak, aynı zamanda giyinik kadınlar dans ediyor barın zemin katında İstanbul’da karanlığın en kalabalık saatinde ölüme yakın yürüyüşe çıkıyorlar parklarda yuvalanmış şekilsiz gölgeler misali ölü muamelesi görenler yaşamaya çalışıyor erime başladığında, solukta kaynar son istek tuttuğun altın olmasın, insan olsun, diyenler sessizce azalırken İstanbul’da karanlığın en kalabalık saatinde patlıyor çingene kahkahası… |