yolcuyolcuyduk belleğimiz göçtükçe büyüyen tümülüs dağlar altında soluksuzdu unutulduğumuzu unutmuştuk kanıyordu ayna ve ırmak yüzümüze tutamıyorduk yorgunduk yanlış sayıldık sıralarda sisli yıllar koyun koyuna yatan koyunduk oyun bilmedik hiç, kurt bilmedik birbirimizi ama dokundu işte yünümün ‘kırkım’a dek ömrü olsa da dağlıçken karaman diye çağrılmak yorgunduk ipleri denizaşırı deprem ayaklı coğrafyada bir düşüp bir kalkmaktan midemizde saban ağzı çizmelinin tarlasını çizmekten bir sulum ekmek için dünyanın bütün fırınlarını gezmekten yorgunduk vadeli dünyayı nakde çevirenden ve kurduğu bozuk cümlenin göçük boşluğunda sakalına bağladığı yarınımızı saçından asılırken düne yorgunduk duman alev suda söylenen tarihin beş on bin yılının geçtiği gövdesi dört yana gergili bu yerde çınar gibi kök salarak hem hem kavak gibi verilmekten hızara yekbeten’den* çok önce dersim’den hemen sonra yorgunduk oğul getirir gibiydi kadınlar boş peteklerde kovan kovan çocuk ondandı paçamızdaki bakımsız ellerden huzurla bakamadığımız gökyüzüne ve çadırlarda öksüz yetim bir başı dağlarda ayaksız bir başı ovada başsız dağlı, köylü ve her kente yenik hep bir sancağı bir dostun kucağına yeğledik- yeğlendik yorgunduk yolcuyduk yılkı atlara bindik yolcuyduk garsız trenlere çölde gemilere yüklendik kimimiz bir mermiye binerek uçtuk kimimiz yayan yapıldak yürüdük koştuk durduk çoğumuz ama yorgunduk ama yorgunduk- yorgun hepimiz . . . . . . . . yorgunduk kafileler bel bel bakıyordu ruhumuzdan kanlı terler akıyordu tarık ışığıyla karıyor yaramıza yakıyordu ve su toplayan hayallere yine yolcuyduk ömer faruk hatipoğlu (AUY, yom, 2006) *yekbeten(ecebatana) : bir media kenti |
Yorgunuz çok yorgun
Derin uykulardan
Gördüklerimizi ayıkken
Rüya sanmaktan
*Kiraz çiçeği*