coğrafyaleyleksiz coğrafya yılan/dır üstünden karış karış kara bulutlar geçer ütülenir kırış kırış gökyüzü toprağın da teni var mı toprağın yüreği rütbeleri sökün, sınırları bozun aşka armağan ve aşkın üstündeki kara çarşaf sıyrılsın yağmurları giyinsin, bulutları çıkardıkça yağmurları çıkardıkça ütülenmiş gökyüzünü ağaçlar olmasa kel toprağı neyleyim etini kirli tuz bozmuş toprağı neyleyim kuşlara kıran girmiş leylek bebek getirmiyor mevsimler de köyleri yakılanlar gibi yaz güze göçüyor, kış bahara ‘alakır’ yavşan kokmuyor, turnalar ötüşmüyor yalnızca gölge arayan bulutlar özgür gibiyse bir biçimi ve ağırlığı olan olmayan her şey bin yıllık kiri on beş yılda edinmişse artık ırmak irin akıyorken toz toprak bedenini yıkasan ne umar ne umar dağların olmuş kömür ağaçlı toprak bulut bulut kalkıyor ovalarından kara kapılı köylerin kentlere penceresiz düşünür şavkımıyor kentlerinden dünyaya ve şairlerini teslim ediyorsun çağa sakal bıraktırıp karanlıkla tarıyorken ak yüzüne kezzap dökülüyorken çağın gelecekten gelen yolcular bir otelde mahsur ortaçağ elinde benziniyle özgür coğrafyada yılan çıyan ve irin dolu kapatılamaz bir çukur açılıyorsa insanlar tanklar yürüsün diye akla geliyor ölüm içimizde hormonlu bir ur gibi büyüyor ve karanlık, bir alaca gölge gibi bizi izliyorsa ne umar yağmurlar yağmurların kardığı yalnızca çamur bir coğrafya düşün yağmur saygıyla yağıyor toprak sevgiyle anlıyor onu yangın geçirmiyor sudan sıkı orman yedi uyurlar gibi diriliyor yaban dağ, acı havasını üflüyor dağılıyor kentin akciğerindeki duman soluyan bir huzur yayılıyor yeryüzüne karınca’nın duasında insan ilenmiyor ayak izine iklim önündeki barikatlar dökülmüş geçmiş zaman denizine havalar yaz bahar özeti duvarları kalkıyor evlerin toprak kokusuyla zılgıt çekiyor coğrafya bunu giymiş eğnine bir coğrafya düşün elimiz değmezden önceki dağ akıtan ırmağı süzün giydirin kar tutmaz kemik hüzün dağları yangınları yakın, yıkayın külünden köyleri hayattan zifiri uzağa sürgün köyleri ayında gelen bahar gibi göçenler dönsün gençliğiyle kızlar, oğlanlar ağızlarında yaz, göğüslerinde bahar toprak ölüler için efendiler, yeryüzü diriler ve ya gökyüzünü de bölün tel örgülerle yağmurları sınırlayın, akan suları, kuşları ya paslı sınır tellerini toplayın birlikte süngülerle ama biz çok zamandır bu kel dağlarda öldük yandıksa, bu göğün yağmuruyla yıkandık söndük bu yerlerin otlarını biliriz, çiçek adlarını dilimizce kuşları iyi tanır bizi omzumuza konar kalsak sürü sürü kanatlar bizi ölsek... akbabalar akbabalar . . . . . . toprak ölüler için efendiler, yeryüzü diriler ömer faruk hatipoğlu (AUY, 2006, s: 82-84) |