BİR EFSANE BİR ŞİİR EZO GELİNŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Ezogelin Türküsü ve Hikayesi
Yöre: Gaziantep Ezogelin Türküsü; Ezo gelin benim olsan seni vermem feleğe, Güzel yosmam başın için salma beni dileğe, Anası huridir de, kendi benzer meleğe Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle, neneyle Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle, Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılalım gel… Ezo Gelin çık Suriye dağlarının başına, Güneş vursun da kemerin kaşına kaşına, Bizi kınayanın bu ayrılık gelsin başına başına Nenneyle de ah bahtı karam nenneyle, neneyle Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle, Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılalım gel… Ezo Gelin Kimdir? Asıl adı "Zöhre" olan Ezo Gelin, 1909´da Oğuzeli ilçesinin Uruş köyünde doğdu. Babası, Bozgeyikli oymağından Emir Dede, anası Elif´tir. Nüfus kaydında halen bekar görünen Ezo´nun, üçü erkek, üçü kız altı kardeşi daha vardır. Ezo, erken gençliğinden itibaren, güzelliğiyle dikkatleri üzerinde topluyordu. O kadar ki; düğünlerde gözler, gelinden çok onun üzerinde gezinirdi. Ezo´yu, birçok zenginin yanı sıra, o zamanki Halep ilimizin Carablus ilçesinin Kozbaş köyünde oturan teyzeoğlu Memey (Memet) istiyordu. Taktirde yazılan tedbirde bozulmamış; Ezo´nun ilk evliliği ne bu ağalardan biriyle oldu, ne de teyzeoğluyla… Ezo´nun Güzelliği Anlatanlar, Ezo´nun güzelliğini nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Öykümüze geçmeden, Ezo´nun güzelliği üstüne dillerde dolaşanları özetlemeye çalışalım: - Öylesine güzelmiş ki Ezo; görenler, iki yanağına birer elma oturtulmuş sanırlarmış. - Öyle güzelmiş ki Ezo; bakanlar bakmaya doyzmazlarmış. - Öyle güzelmiş ki, bir yaz günü kapısını çalıp bir kap ayran isteyen gurbetçi bir çerçi, Ezo´nun güzelliği karşısında şaşalayıp, Ezo´nun uzattığı ayran tasını yere düşürüp kırmış. - Öyle güzelmiş ki Ezo; gülümseyerek bakmasıyla, düşmanları barıştırırmış, - Öylesine güzelmiş ki Ezo; olursa o kadar olurmuş… Öykümüz Başlıyor… Ezo´nun güzelliği söyleyen dillere söylence olurken, Barak ovasında bir genç adamın adı dillerde dolaşır olmuştu. Bu komşu Beledin köyünden, "Şitto" Hanefi Açıkgöz´dü. Şitto´nun bağlaması, akarsulara "Siz şırıldamayın, ben şırıldayım"; seside bülbüllere, "Siz şakımayın, ben şakıyayım" diyen cinstendi. O sıralar Hanefi 30; ay´a "Sen doğma ben doğayım" diyen güzeller güzeli Ezo da 20 yaşlarındaydı. Gün o idi ki; Uruş köyünde Hacı Mamuş´un düğünü vardı. Düğüne Ezo da Şitto da çağrılıydılar elbet. Düğünde tüm gözler gelini de güveyi de unutup, Ezo ile Şitto´yu izledi. Şitto, Ezo´ya gönlünü kaptırdı. Şitto Hanefi´nin gönlüyle kafası aynı telden çalıyordu. Bu nedenle, Ezo´ya dünür yolladı. Hanefi, ala ala "düşünelim" cevabı aldı. Araya acımasız zaman girdi. Bu ara Şitto, kendi köyü Beledinden Mehmet Örtürk´le yörenin töresi olan "değişik"i uygulamaya karar verdi.( Bu töreye göre, bir erkek, hısımlarından bir kızı bir arkadaşına verir, arkadaşının hısımı bir kızı alır. Böylece iki tarafta çevrede "kalın" diye anılan başlıktan kurtulmuş olur.) Şitto halası Hazik´i Mehmet´e verecek; buna karşılık Mehmet´in kızkardeşi Selvi´yi alacaktı. Araya girenler girdi; bu "değişik" gerçekleşemedi. Öyle ki; Şitto Hanefi, eş-dostla acı-yüz (yani onların yüzüne bakamaz) oldu. Ezo Şitto İle Evleniyor Derler ya; "İnsan sarayda olmamalı. Sareay insanda olmalı…" Şitto´nun doğru dürüst evi bile yoktu ama, yüreğinde Ezo geziniyordu. Eşin dostun araya girmesiyle, Ezo Şitto´ya çatıldı. "Ele gelin gelir, bize kalın gelir" demişler. Bu evlenmede Şitto´ya kalın (başlık) da gelmeyecekti. Çünkü Şitto Ezo´yu almasına karşılık, Ezo´nun ağabeyi Zeynel´e halası Hazik´i verecekti. Alan razı veren razı… Güzün ortanca ayında iki düğün birden kuruldu. Şitto´yla Ezo´nun düğünü Beledin köyünde; Zeynel´le Hazik´in düğünü Uruş´ta kuruldu. Zurna öttü davul vuruldu… Alındı, verildi; iki köyde, gerdeğe girildi. Sen sağ ben selamet. Bu demektir ki iki köyde iki mutlu yuva kuruldu. Şitto ile Ezo, sizlere layık mutlu bir yaşamı sürdürüyordu. Ağızlarının tadı yerindeydi yani. Gelgelelim, mutlulukları göze geldi. Daha doğrusu aralarına arabozucular girdi. Yemediler-içmediler, dedikodu yaptılar. Atalarımız "Söz taşıma taş taşı" demiş ama, bazı kendini bilmezler söz taşıdılar. Hatta kendileri söz uydurup getirdiler, götürdüler… Bir harman sonu evlenmişlerdi; ikinci harman sonuna dek birlikte yaşayamadı Şitto ile Ezo, Şitto öykülerini bir cümlede özetler. "Kötü talih geç buldum; tez yitirdim…" Şitto Ezo´yu boşayınca "değişik" töresince halası Hazik de geri döndü. Ezo´nun İkinci Evliliği Efsanesel güzel Ezo, Şitto Hanefi´den ayrıldıktan sonra altı yıl dul kaldı. Yörenin ağızbirliği etmişçesine anlattıklarına göre Ezo, bu süre boyunca daha bir serpildi, daha bir güzelleşti. Öyle ki görenin gözü kalırdı. Nasıl anlatmalı: O bir ışıktı da, tüm erkekler, onun çevresinde pervane kesilmişlerdi. Genç-yaşlı, zengin-fakir, nice talibi çıktı Ezo´nun. Her talibi, tek tüy isteyen Hz. Süleyman´ın önünde tüm tüylerini döküverdiği söylenen yarasa örneği, neyi var-neyi yoksa önüne seriyorlardı Ezo´nun. Ezo tam altı yıl, evlenme önerilerini geri çevirdi. Sonunda, ailesinin de ısrarı üzerine, kendisine genç kızlığından beri talip olan Teyzeoğlu Memey´le evlenmeye razı oldu. Türkmen oymağından olan Memey Suriye´nin, Calabrus ilçesinin Türkiye sınırına yakın Kozbaş köyünde oturuyordu. Ezo 1936 yılının güzünde Uruş´tan Kozbaş´a gelin gitti. Bu evliliğide değişik töresine göre olmuş; onu alan Memey, bacısı Selvi´yi, Ezo´nun ağabeyi Zeynel Bozgedik´e vermişti. Öykünün Sonu Ezo´yla Memey´in iki kızları oldu. İlki fazla yaşamadan öldü. "Celile" adlı ikinci kızları halen sağdır ve Suriye´de yaşamaktadır. Ezo´nun ikinci kocasıyla geçimi yerindeydi. Ne var ki "gurbet" denilen bir ateş yüreğini yakıyordu da. Türk köylüsü "çalının ardı gurbet" der. Ezo da, Kozbaş´tan Türkiye´yi, Uruş´u görüyordu.Hatta ara sıra doğduğu köye gidip geliyordu ama, bunlar özlemini azaltmıyor, pekiştiriyor, dayanılmaz hale getiriyordu. Yakınları onun "Vara öleyim, tek yurdumda kalayım" dediğini anlatırlar. Ezo bir de "göreceksiniz bu gurbetlik beni öldürecek" der ve öldüğünde, hiç olmazsa Türkiye´yi görecek bir yere gömülmesini dilerdi. Dediği de oldu. Suriye´ye gidişinin yirminci yılında, 1956 güzünde Ezo yatağa düştü. Hastalığının ince hastalık (verem) olduğunu, herkes gibi kendisi de biliyordu. Ezo, kızı Celile´yi yatağının başından ayırmak istemiyordu. Ecelle kavil gününün gelip çattığını anlıyor, tek avuntuyu güzel kızı Celile´de buluyordu. Ve Ezo Gelin güz yağmurlarının düştüğü bir Cuma, yatsı vakti son soluğunu soludu. Eşi ve yakınları, casiyetini dikkate alarak, onu; arasıra tepesine çıkıp yaşlı gözlerle Türkiye´yi seyrettiği Bozhöyük´ün en yüksek noktasına gömdüler. "Mezarı oradadır şimdi-o kum ülkesinde
Ezo gelin derler yokmuş bir eşi
Yanarmış içinde sevda ateşi Görenler sanırmış, gördüm güneşi Bu yüzden destanmış adı dillerde Görenler şaşırmış şaşarmış bakan Sanki Şeyda bülbül goncaymış kokan Koskoca dünyadan ta arşa çıkan Bir başka kokuymuş, gonca güllerde Elma yanaklıymış sürmesi ince Güller açılırmış Ezo gülünce Endamı faklıymış, beli de ince Güzelliği destan çevre illerde Bir yanda Ezo var, bir yanda Hazik Şitto’ ya Zeynel’e ta baştan yazık Bu berdel çirkinmiş, iş baştan bozuk Acıyla tanışmış türlü hallerde Kem gözler riyakar işi bozmuşlar Nerde kötülük var ona yazmışlar Düzeni bozmuşlar kuyu kazmışlar Ezo gelin kalmış yaban ellerde Kaderde ne varsa o gelir başa Ezo gelin yoldaş bir kara taşa Memleket hasreti benzer ataşa Hüznün adı Ezo,, solgun güllerde Memey, onu yıllar yılı beklermiş Gizli sevdasını dağa yüklermiş Ezo yok diyerek, dertler eklermiş Ömrün sonu Ezo, şaşkın kullarda Devam edecek….. |