Kaybolan SayfaHanidir tutamıyoruz ışığı nerede nazlı fakat vefalı çöl kuşlarının maşuğu nerede kar altında ev yerine çorbanın sıcaklığıyla dindirmeye çalıştığımız tarla işçisi hasretimize durmadan eşlik eden bakır tencerelerin odun kaşığı.. ... Hanidir bir kestane can verirken sobada askerlik anılarını anlatan ihtiyar adamların kahve köşelerine sindiği ve çıkamadığı bir daha her seneki gibi canlı ve taptaze bir nefes getiren sabaha cemrelerin işi yarışa sardığı Hanidir sofra bezlerini ahşap penceremizden ön bahçemize silkediğimiz çalı süpürgelerle evin odalarını dolaştığımız perdeleri çıkarıp perdeleri taktığımız kısa kollu yaz gülüşleri kısa bacaklı oyunlarla gelip geçen öyle bir koca ömür bir koca mezarlığa gömülü misafirlik sancımız Hanidir bizim durup da dişimizin sallandığı gökkuşağı salıncağındaki tertemiz ağlamak duygusu Hanidir koştuğumuzu konuştuğumuzu ikiye ayıran derin öğle uykusu Hanidir dondurmasını düşüren ufak çocuklar gibi adını duyunca sinip hıçkıra hıçkıra inlediğimiz ilk sevgili Hanidir bu kadar özlediğimiz birbirini muttasıl öten kuşların yutkunamadığı telaş Hanidir anahtar delikleri kapı altları ve bilmediğimiz bahçelerin elma, erik ağaçları Sokaklara vura vura duvarları yonttuğumuz şarkılar Sokaklara vura vura uyandırıldığımız yalnızlık sayımları Şu hiçbir şeyin hiçbir şeye selam vermediği dibi delik yıllarda gram titremeden gram yaş dökmeden iç çekmeden günün ilk ışığını bozuk para gibi bulduğumuz! ... Tutamıyoruz ışığı mum saklamıyoruz kibrit çakmıyor... Hanidir gerçekten uyanmıyoruz bir sabaha Tüm horozların tez kellesi vurula! |