Şehr-i SineVakit tamam, hadi bakalım, Bu yetim sevdanın günlüğüne, son notumuzu düşerek, Uzaklaş git, Bağrımdan, hasret çıbanı, hoyratça deşerek... Umursama, yanmışım, kor ateşlerde kavrulmuşum. Say ki, bu yangında son bulmuş, Say ki, tenden kemiğe dayanmışım, Bilme istemem, Bu Aşka nasıl yandığımı... Şimdi iki cümle bırakıyorum, Hasret titreyen dudaklarımdan, Bir canın sağ olsun, birde hoş çakal, yorgan ettim anıları, Yarım kalmış düşlere... Ant olsun bilirim, Sensiz de ağarır gün, anason çökmüş meyhane duvarlarına, Ve gökyüzü, Sensiz kızıla çalar, her gün batımında, boyun büksem de, kurt öldüren yalnızlığa, alışırım, alışırım yokluğuna... İsterse dinmesin, dinmesin bu hasret ateşi, sebebim olsun ömrüme, çizilen ayrılık haritası... Bu masalın tek gerçeği sensin, Seninle ayrı istikamete koşarken, hiç kimse bilmeyecek, duymayacak feryadımı, Bu kadersiz aşka nasıl, ağladığımı, Bir inada nasıl yenildiğimi, Hiç kimse bilmeyecek... Ve Buruk bir mahcubiyet eğerken başımı, bu ağrı delerken göğüs kafesimi, ayrılığa çevirirken rotasını vefasızlık, Bir kadın ölür içimde, sessizce defnedilir yüreğe, uzaklaşan suretin kaybolurken, Gözümden düşecek ihtişamın, İlah gibi büyüttüğüm varlığın. Nihayet! mahşere bırakırken, bütün haklarımı, Sarıp karanlığın koynuna, üryan bıraktım çaresizliğimi, Boylu boyunca üzerime, devrilirken, bu şehr-i sine... yorgunkalem... |