İstanbul'da Vakt-i Gâm
(Ne kadar kararsada güneşin,
Kaybetsende ilham zevceni kalabalıkta Aradığını bilen, bulur daima, aradığı gömülü olsa da ışıksız karanlıklarda...) Zehir zemberek kar yağarken üzerime, İstanbul’u bileğime takıyorum bu gece, Rengi solmuş bir portrenin ortasında, paletinde bir tek sepya var zamanın, Gözlerim görmüyor artık deniz mavisi, dilimin ucunda yuvarlanıyor o, isimsiz şarapların en adisi... bileklerimde parfüm gibi gökyüzünden ağır ağır yalnızlık doluyor bu taraçaya, aleyhime geziniyor İstanbul’un akrebi... Sonra,bileğimde delice işleyen zamana, İstanbul’a bakıyorum kendi kadranından taşıyor, oturuyorum lâl misali,bir duvar bulmuşum, gecenin kaçıydı bilmem ; Unutmuşum. İstanbul ilerledikçe, ayaz işliyor usulca,göğün gümüş levhalarına bir iz ki bu şehirde yalnızlık sorma, sanki aylar oluyor, yüzüm görmeyeli güneşi tepiniyor aklım,parmak uçlarımda günün ihanetini hıçkırıyor takvim yaprağı, bırakmış kendini rüzgara, ufku gözlüyorum, gayet kirli saçlarım on iki müebbet koğuşundayım İstanbul’un her biri ayrı kuzguni duvarlarının, kedere aşık semazenler durmadan dönüyor, biliyorum,hep iyi şeyleri eskitiyor bu şehir, elinde körük, kovalıyor arkamdan, geçmişe zorla mazi dedirtip , ağız dolusu kusturuyor, eminönü kıyılarından Gözyaşım titretmeden bir damla toprağını Yad ettiriyor bana yine o beyiti Bir mükafaat misali fısıldıyor, ; "Şeb-i yeldayı müneccim muvakkit ne bilir, mübtela-i gama sor,geceler kaç saat ?" diyor düşünüyorum, geceler kaç İstanbul eder ? bilmiyorum, İstanbul’un kaç gecesi ağlamaya değer ? bir vapur düdüğü ekşitiyor içimi,uyanıyorum vakt-i gam koyuyorum adını o gecenin, bu hüzün perçemli,pek argo bilmecenin... kordonları eriyor kolumda,hissediyorum Sonra,kolum boş kalıyor, O ki koskoca istanbul, sanki avcumdan kayıyor. ... //Hüznün saati kolumda... Mahrum değilim vuslat krizlerimden İstanbul’da da...// |