bu köy
tırpanların sıyırdığı bir sap gibi
sarıya boyanmış uçsuz tarlada en bulut en yıldız yoksunu gök parçasının gövdesi altında vaktiyle yağmura vuslat bulmuş fakat vakitle kök salmış kuru toprağa erken gelen muhabbetsizlikten sonra uyandıramamış kelimeleri gençliğini yutmuş gönülde can durmus canda can bulan suç durmamış hissetmiş kuru bir dala asmış bedeni attığı hedeften dönen okun telaşıyla dönmüş mü öz niyetten yol öyle ki yolculuğunu unutmuş yolda giden bir kaçmak endişesi kararsızlık ağacına bağlamış yaşmağını ağlamak diri tutar iç kapının bekçisini bir kere sustunmu katı kesilmemek işten değil bilmiş usturayla gölgesini kesip gözlerine fer gelsin diye dua etmiş yüreği dik tutan sevdalarla aynı safı tutmuş bir sıcak göz yaşıyla gövdesine rutubetler salmış hıçkırıklarıyla düşermiş o da belki omuzlarına yüklü derecesi uç günah değirmenleri şimdi yemek vakti değil uyumak için gelmedi bu gece yıldızların yokluğundan anladı ... okudu sonra okudu ki ’tövbe kapısı açık bir dükkandır girmelisin bu köyde’ |