Eyy özlü söylemlerin saf dil ilham perisi, İmge kaldırımının şahane serserisi, Gizemin olmasaydı bendimi geçemezdin, Kakülünü kesmesem yolunu seçemezdin !..
Külümle parlattığın pırlanta gerdanlığı, Boynuna tak ve salın, işven, can aydınlığı !..
Gayemizden bağımsız alkım ışıltılarla Nice zıt çağrışımdan anlam sağlamalısın, Hatta gözden azade "akarsu" yansılarla Okur yüreklerinde özgür çağlamalısın !..
Sen onlara sır simge bilgece bir ödülsün, Yeter ki yaşa, yaşat !.. Adım, ölürse ölsün...
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
AKARSU şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
AKARSU şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Sayın Yusuf BİLGE’nin şiir işçiliğini; bir kuyumcu titizliği ile seçtiği sözcüklerini, anlam genişliği içinde göndermeler yaparak –tıpkı perdahlanmış bir elmasın farklı açılardan bakıldığında farklı ışıltılar göndermesi gibi- onu, çağrışımlara açık hale getirmesini, uzun zamandır dikkatle ve hayranlıkla izliyorum fırsat buldukça. Bu ve benzeri sayfalarda okuyucu önüne çıkan şiirlerin “ahbap-çavuş ilişkisi”ne teslim edildiğini bildiğimden; şiirin kaç kıratlık olduğunu, “içi boş” iletiler yerine, o nadide eserleri zamana bırakarak değerlendirmeyi yeğlemişimdir genellikle. Ama bu sefer, üşenmeyip değerlendirmemi yazıya dökmeyi istedim ki; şiir dostlarına, olması gereken yorumun bir örneğini vermiş oluruz en azından, diye düşündüm, haddim olmayarak. Sayın Bilge’nin şiir zevki ve anlayışı klâsik şiirden (Halk ve Divan şiirlerimizden) beslenmiş olduğundan; onda özellikle Divan şiiri geleneğinden aktarılan en geniş anlamıyla bir “kelimecilik” ile vezinli-kafiyeli söz söyleme ustalığını pekiştiren “anlatacağını sınırlandırarak yoğunlaştırma” alışkanlığı vardır. Nitekim, “Akarsu” şiiri de, adından başlayarak “çift anlamlılık” yüküyle ulaşır okuyucuya. “Akarsu”; şairin (ve tabiî insanın) “bir ırmak gibi” akıp giden hayatını temsil ettiği kadar, bu ömrün sanatla (şiirle) emek verilip zahmet çekilip “işlenmiş” , “güzelliğin boynuna” takılacak bir elmas gerdanlığa döndürülmesinin hikâyesini de özetler aslında. Şairin “gönül saflığı”nın, “safiyane dilekleri”nin ifadesi olan “özlü sözleri” biz, birer şiir olarak, bir elmas gerdanlık (akarsu) halinde, “ilham perisi”nin boynuna takılmış görürüz. Ne var ki, bir “akarsu” olarak “ilham perisi-şiir” boynunu süsleyen söylemler, bizim (şairin) “insan taraflarımızdan” veya insanî zaaflarımızdan” vücut bulmuş “imge kaldırımlarının şahane bir serserisi”nden başka bir şey değildir. Sayın Bilge, tam bu noktada şiir anlayışının ve şiirle olan ilişkisinin ipuçlarını veriyor bize: “Gizemin olmasaydı bendimi geçemezdin / Kakülünü kesmesem yolunu seçemezdin !..” Şiir, bilinçaltından konuşur ve “ben”in sırlarını ifşa eder. Ama yine şiir perisi güzelliğini, ona şair tarafından çekidüzen verilmesine borçludur. Şair; “ben”ine ait sırlarını edepli bir dille, kalıba ve düzene konmuş bir şekil zevki gözeterek; yani şiirin “kâkülünü keserek” ona güvenli bir yol açar veya açmalıdır! Ayrıca, bu elmas gerdanlığın bedeli çok ağırdır! Şair “kendi ateşinde yanmış” ve bu yanmanın bakiyesi olan “küllerden” elmas gerdanlığın parıltısı doğmuştur: “Külümle parlattığın pırlanta gerdanlığı”. Ama, şairin ne bu yanmadan ne de bu elmas parıltısının şiir perisi boynundaki duruşundan yakınması söz konusudur.Tam tersine o, bu gösterişli salınıştan memnun olduğunu ve bunu “can aydınlığı” saydığını söyler: “Boynuna tak ve salın, işven, can aydınlığı !..” Bu duyuş da mutasavvıflara özgü “dertleri zevk edinmiş” rint-kalender bir hayat görüşünün yeniden ama taze bir ifadesidir. Şair, şiirini ortaya koyduktan sonra, şiir, şairin koyduğu bütün kayıtlardan azade hale gelir: “Gayemizden bağımsız alkım ışıltılarla / Nice zıt çağrışımdan anlam sağlamalısın / Hatta gözden azade “akarsu” yansılarla / Okur yüreklerinde özgür çağlamalısın !..” diyerek, bin bir zahmetle yarattığı “akarsu” güzelliğinin okuyucu kalbinde özgürce yerini almasını diler. Bu buluşmanın sonucunda şiir, şairin anlatmak ya da ima etmek istediğinden başka bir mecraya çekilse bile, bu serüven “şairin gayesinden bağımsız olarak ve nice zıt çağrışımlara açık hale gelerek” kendi hükmünü sürdürmelidir. Şair, ışığını bu kez kendi üzerine çevirir! Şairliğinin işlevini ve anlamını ortaya koyar: “Sen onlara sır simge bilgece bir ödülsün / Yeter ki yaşa, yaşat !.. Adım, (“adın” kişi çekimi ifadeye daha uygun düşerdi!)ölürse ölsün...” Okuyucu, “bilgece (şairin adından bahisle “Bilge’ce”) hayatın ve insanın sırlarını söyleyen; bunları birtakım sembollerle dile getiren, kendisine sunulmuş bu “ödül”ün farkında olmazsa da ziyanı yoktur. Şairin adının unutulma ihtimali olsa dahi hiç önemi yoktur. Çünkü şairlik “yaşama ve yaşatma” aşkıyla ortaya konulan bir “gönül mesleği”dir ve aşk, “gönüllülük” esasına dayanır! Şiirin biçim özelliği de ayrıca değerlendirilmelidir. Ama, kısaca söylemek gerekirse; şairin “serbest / karışık bir dize kurma” ve kafiyelendirme arayışı içinde bile, her zaman “Halk” ve “Divan” şiiri biçim özellikleriyle şiirini sınırlandırma gayretinden söz edebiliriz. Hecenin 7+7= 14’lük geniş ölçüsünü, ama bu kez duraksız ve iç kafiyesiz kullandığını, sözcüklerin ünlü-ünsüz ses tekrarlarına dikkat ettiğini de belirtmeliyiz.
Sevgili Abdurrahman Bey, teveccüh buyurup kaleme aldığınız uzun değerlendirmeniz ve her cümlesi ders niteliğinde dört dörtlük çözümlemeniz için sonsuz teşekkürlerimi arz ederim. Önerdiğniz düzeltmeyi de yaptım... Sevgi, selam ve saygılarımla...
Bu ve benzeri sayfalarda okuyucu önüne çıkan şiirlerin “ahbap-çavuş ilişkisi”ne teslim edildiğini bildiğimden; şiirin kaç kıratlık olduğunu, “içi boş” iletiler yerine, o nadide eserleri zamana bırakarak değerlendirmeyi yeğlemişimdir genellikle.
Ama bu sefer, üşenmeyip değerlendirmemi yazıya dökmeyi istedim ki; şiir dostlarına, olması gereken yorumun bir örneğini vermiş oluruz en azından, diye düşündüm, haddim olmayarak.
Sayın Bilge’nin şiir zevki ve anlayışı klâsik şiirden (Halk ve Divan şiirlerimizden) beslenmiş olduğundan; onda özellikle Divan şiiri geleneğinden aktarılan en geniş anlamıyla bir “kelimecilik” ile vezinli-kafiyeli söz söyleme ustalığını pekiştiren “anlatacağını sınırlandırarak yoğunlaştırma” alışkanlığı vardır. Nitekim, “Akarsu” şiiri de, adından başlayarak “çift anlamlılık” yüküyle ulaşır okuyucuya.
“Akarsu”; şairin (ve tabiî insanın) “bir ırmak gibi” akıp giden hayatını temsil ettiği kadar, bu ömrün sanatla (şiirle) emek verilip zahmet çekilip “işlenmiş” , “güzelliğin boynuna” takılacak bir elmas gerdanlığa döndürülmesinin hikâyesini de özetler aslında. Şairin “gönül saflığı”nın, “safiyane dilekleri”nin ifadesi olan “özlü sözleri” biz, birer şiir olarak, bir elmas gerdanlık (akarsu) halinde, “ilham perisi”nin boynuna takılmış görürüz. Ne var ki, bir “akarsu” olarak “ilham perisi-şiir” boynunu süsleyen söylemler, bizim (şairin) “insan taraflarımızdan” veya insanî zaaflarımızdan” vücut bulmuş “imge kaldırımlarının şahane bir serserisi”nden başka bir şey değildir.
Sayın Bilge, tam bu noktada şiir anlayışının ve şiirle olan ilişkisinin ipuçlarını veriyor bize: “Gizemin olmasaydı bendimi geçemezdin / Kakülünü kesmesem yolunu seçemezdin !..”
Şiir, bilinçaltından konuşur ve “ben”in sırlarını ifşa eder. Ama yine şiir perisi güzelliğini, ona şair tarafından çekidüzen verilmesine borçludur. Şair; “ben”ine ait sırlarını edepli bir dille, kalıba ve düzene konmuş bir şekil zevki gözeterek; yani şiirin “kâkülünü keserek” ona güvenli bir yol açar veya açmalıdır! Ayrıca, bu elmas gerdanlığın bedeli çok ağırdır! Şair “kendi ateşinde yanmış” ve bu yanmanın bakiyesi olan “küllerden” elmas gerdanlığın parıltısı doğmuştur: “Külümle parlattığın pırlanta gerdanlığı”. Ama, şairin ne bu yanmadan ne de bu elmas parıltısının şiir perisi boynundaki duruşundan yakınması söz konusudur.Tam tersine o, bu gösterişli salınıştan memnun olduğunu ve bunu “can aydınlığı” saydığını söyler: “Boynuna tak ve salın, işven, can aydınlığı !..” Bu duyuş da mutasavvıflara özgü “dertleri zevk edinmiş” rint-kalender bir hayat görüşünün yeniden ama taze bir ifadesidir.
Şair, şiirini ortaya koyduktan sonra, şiir, şairin koyduğu bütün kayıtlardan azade hale gelir: “Gayemizden bağımsız alkım ışıltılarla / Nice zıt çağrışımdan anlam sağlamalısın / Hatta gözden azade “akarsu” yansılarla / Okur yüreklerinde özgür çağlamalısın !..” diyerek, bin bir zahmetle yarattığı “akarsu” güzelliğinin okuyucu kalbinde özgürce yerini almasını diler. Bu buluşmanın sonucunda şiir, şairin anlatmak ya da ima etmek istediğinden başka bir mecraya çekilse bile, bu serüven “şairin gayesinden bağımsız olarak ve nice zıt çağrışımlara açık hale gelerek” kendi hükmünü sürdürmelidir.
Şair, ışığını bu kez kendi üzerine çevirir! Şairliğinin işlevini ve anlamını ortaya koyar: “Sen onlara sır simge bilgece bir ödülsün / Yeter ki yaşa, yaşat !.. Adım, (“adın” kişi çekimi ifadeye daha uygun düşerdi!)ölürse ölsün...” Okuyucu, “bilgece (şairin adından bahisle “Bilge’ce”) hayatın ve insanın sırlarını söyleyen; bunları birtakım sembollerle dile getiren, kendisine sunulmuş bu “ödül”ün farkında olmazsa da ziyanı yoktur. Şairin adının unutulma ihtimali olsa dahi hiç önemi yoktur. Çünkü şairlik “yaşama ve yaşatma” aşkıyla ortaya konulan bir “gönül mesleği”dir ve aşk, “gönüllülük” esasına dayanır! Şiirin biçim özelliği de ayrıca değerlendirilmelidir. Ama, kısaca söylemek gerekirse; şairin “serbest / karışık bir dize kurma” ve kafiyelendirme arayışı içinde bile, her zaman “Halk” ve “Divan” şiiri biçim özellikleriyle şiirini sınırlandırma gayretinden söz edebiliriz. Hecenin 7+7= 14’lük geniş ölçüsünü, ama bu kez duraksız ve iç kafiyesiz kullandığını, sözcüklerin ünlü-ünsüz ses tekrarlarına dikkat ettiğini de belirtmeliyiz.