Uçurumdan Bozma…soyunup kutsal hezeyanına tutulmamalıydım şu aşüfte yalnızlığıma çağcıl rus ruletleri oynamamalıydım kadınımla bin kere tetik düşürmeliydim yine de içimdeki zindanı kurtarmaya ağlamam gerekirdi belki de kündeye getirilmiş aşklarıma… öyle bir tokat ki şimdi yüzümün cenderesinde kirli şehir uğultuları hep bir kuytuluk arayışı kargacık burgacık da olsa! -sızlamış kaburgamda izi kalmış erozyonlarım katmer katmer uçurumdan bozma yar’larım- bu mavilikler içinde kaç kıçı kırık su yuttum en tuzlusundan ne denizler yakaladım gecelerin katran koynundan paslı demir yığınlarının asbest solukları okyanusumu çaldı kara boğazıma saplandı yutkunamadım... avuçlarımda bir çavlan eriyor şimdi az kaldı görüyorum ölümün geldiğini beynimin şaşı dehlizlerinden babam diye sesleniyorum; -beni bir şiire sakla!- hidayet dal/Can Sokağı Lambalarıa seni sevebilmek değer olacaklara. ey sevdiğim! hicrana düşmek, düşürmek niye? nedir hercai olmanın kerameti? kaybedersek bir gün, yüreğimizdeki asaleti. bil ki kalmayacak hiçbir şeyin kıymeti... işte o zaman; peşinde koşturduklarımız, ve dolu sandığımız bomboş kalpler, bize gülecekler! ihtimal gelmeyecek, bahar dediğimiz mevsimler. coşkulu nehirler gibi, akıp gittiğinde hayatımız; günü gelecek durgunlaşacağız. ola ki unutulacak; sarp ve yalçın, nice kayaları aşındırdığımız. güneşin son ışıkları vururken yüzümüze, sarı sonbahar yaprağı misali döne döne düşeceğiz yere! ola ki kaybettiklerimize yanıp yıkılacak, bir an bile bulamayacağız. öyle de olsa seni sevebilmek değer olacaklara. içimde filizleneni, kazıyabilmek hayata. bir yalnızın kalabalık telaşında, aradığını bulabilmek -öylesi seni sevebilmek- ben ki ağlarım; herkesin güldüğünden, daha da büyük bir hazla, düşler görürüm capcanlı, kör karanlığa şafak attırır ayaydın yapabilirim, kara geceleri. ve hep gülsün isterim gözlerin buğusunu yitirmeden. gitme bu alemden bir kısacık gününe bir ömrü sığdırabildiğini görmeden. hidayet dal/can sokağı lambaları |