DışağrımsınMorAnyAŞiirin hikayesini görmek için tıklayın her aşkın bir tarihi vardır
ve her sevenin bir talihi tükenen bir nefes gibi ... And içtim yenilmez olan kadim zamanA “inanmak en büyük suçtur aşka adanmayan insanA” gözlerinde vurgun yemiş kanatlarından yaralı martıları sevdik gökte yönünü kaybetmiş mavilerde gülüşlerimizi yitirdik hangi zamana taşırdı umut diye ardına takıldığımız düşler bizi karanlığa uyuyup güneşe uyanmak mı yaşamın bir diğer adı ya ateşe d/okunan ten ona aşk değer miydi? -I- bizim tek suçumuz sevmekti belki ve suç(suzluğ)umuz unutmak oldu birbirimizi susuz bir dünya çarkında taşırken özgürlüğe bizi onlar diyordum onlar ve topyekûn onlar işte söylüyorum sınır dışı edilmesi gereken likör kokan bir diğer “b”gibi siliyorlardı yeryüzünden insanlık namımızı karanlığa meşalemizi yakamıyorduk ülkemizden özgürce mülteciydik biz sevgili kamp kamp bağlıyorlardı körpecik ellerimizi ikna operasyonlarında elimden kaptıkları defter-kalemimi ve ırkımızdan dolayı çaldıkları içimizi dudaklarıma basıyorlardı sol elleri ile yaşayamıyor yazıp okuyamıyorduk bu yüzden şiirlerimizi tek dertleri vardı belli ve tek bir ideoloji peşinde koşan cücelerdi onlar oysaki sesimiz çıkmasın diye fikir hanemizde diskalifiye edildiğim/iz bu pejmürde düzenden sırf senin için sırf yaşama hakkımız için yeminim susuyordum yine senden sana sevdiğim vazgeçiyordum teninde yaşamaktan mecburdum en çok seni özleyecektim bunu da biliyordum en çok seni hem de Arnavut bakışlı bu yönsüz sürgünlerimde -II- Afrika kokan susuzluğuma dalıyorlardı hiç soyunmadan belki hiç korkmadan hiç korunmadan bilmiyorum kana kana içiyorlardı tuttuğum oruçların (p) kokusunu muttaki olmayan bir inancın ağırlığında küstahça yıkanıyorlardı kabulsüz bir âmin ile ve günah suyuma hiç bulanmadan hem de nasıl beceriyorlardı anlayamıyordum bunu kemiklerimden başlıyorlardı ezmeye önce çirkin bir tatmin içinde tüm insanlık adınaymış güya demokratik hakkımız adınaymış demelerine göre Denizleri asıp çıkıyorlardı en tepemize g/ezmişce tadıyordular cennetin yalan kokusunu adımızın yırtılmış harflerinde en çok onlar yaşardı dünyada oysa en çok onlar mutluydu bu düzende niye görüyordum ve acıyordum onlara aslında ve fakat bir de kovulmuştum artık sınır dışı edilen özgürlük konuşmalarımdan da oysa suçlu ben değildim ve söylemiştim hep sana ona şuna buna koca bir dünyaya boğazımda ağlayan bir kadın var demiştim hepinizin annesi gibi kutsal bir ağıt bu duyun demiştim şairler oturmuştu göğsümde sızlayan tahtın sahipsiz başına dilleri vardı ama konuşmuyorlardı doğruca konuşamazlardı çünkü parmakları ırkçı bir ihanet vebalini taşıyordu çaresizdim hakkımızı onlar kapıyordu talihsiz bir öksüzün düğün yasında şarap içen dudaklar suçluydu ki ondan okunmadı şiirlerim kurbanlık töre/n marşımda katil ben değildim söylüyordum onlara susma konuş diyordum artık konuş Mezopotamya ilamlar veriyordum siyah beyaz gazete sayfalarında çarşaf çarşaf dağ(ı)lıyordum kendi yurdumda Sokrates misal haykırıyordum suçsuzluğumu koca tarihe ve inançla büyüyen kadim savunmalarımdan ve darağacına sürüldüğüm mahkeme koridorlarında durun diyordum onlara durun bir daha öldürmeyin bizi diyordum O’ gün aşkına bizim tek suçumuz sevmekti yalnızca sevmek suç tu bu kanunda -III- haykırışlarım bir cellâdın arsız gülüşüne çarpıp birden sarmıştı adaletsizce şehrimizi ne çare tümden ama biliyorum yine de başıma gelecek olanları ve hep söylemiştim bu günün mutlak geleceğini biliyordum gecelerde yağacak sensizliğin zehrini zıkkım olasıca bu hasret ile kahrolası bir özlem oturmuş emiyor kanım ve gözlerimi derimi kemiren güve yutmuş sağır zindanlar içinde izliyordum kendimi kara bir kayyum sessizliğinde ve ikinci evlat muamelesi gördüğüm ülkem gibi ötekileşiyordum aşkta yine gürbüzce köpekler ulurken sabah ezanları uyanışlarımda melekleri bulurdum yanı başıma oturmuş o tuhaf kalabalıkta uykuda denmezdi zaten buna titreyerek uyuşup nöbetler geçirdiğim simetri yatağımdan ve çılgınca geri fırladığım kâbuslu molalarımda kafamı aşka çarpınca İstanbul kokuyordu ağzım sana ve tan yerine bir adam sesleniyordu dilimin kıvrımlarında ve sen ve yaşam ve hala… -VI- bir yılan b/akıyordu Hz Yusuf”un kuyusuna o an kurumuş bir rüyanın Nil”e b/akan yapraklarında ağlarken tuz tadımlı kıt-lık yeminlerim gürlerdi bu derun aşka Züleyha olan her yanım kova kova su taşırdım gözlerimde sana ta Mısır”dan ve yüreğimi kopartıp Kudüs”ün o körpe ellerinden düşerdim bana küskün b/akan çocuk yanının öyküsüz yüreğinden davetsiz gelmiş olan ürkek bir Filistin niyetine devrederdim geceleri kara bir zindana kendi elimle uykulara dalamazdım bu yüzden sevgilim rüyalar uyanmasın diye yeniden bize korkardım kirpiğimi kırpmaya bile kuyularda d/ipsiz bir çığlıktım işte anla -V- Endülüs gibi âşıktım sana Selahaddin”i beklerdim İspanya tüten zor gecelerimde gelmezdin geçmezdin gözlerimi deviren yorgun uçurumlardan tek kare kan kokardı alnımda bekleyen güneş ve dua ellerini açmazdı üstümüze çünkü şirli kadınların dişleri parçalardı şehrin en güzel adamlarını ve ben mahur bir umutla fırlardım sokağa her sabah erkence fiyakalı bir gurur ile arardım gözlerini bu adamlar içinde gölge gölge düşen bir feryat ekseninde bulamazdım seni bu ne yaman bir çile anlamamış olsa da sözde akıl sahipleri halimi çözememiş olsalar da bu körpe şairliğimi tarih tekerrür ediyordu yine durmadan sevgili ve biz seninle yağmalanıyorduk Topkapı surlarında u/yanan Bizans”ın bakir koy(n)unda el değmemiş bir masalın uyuyan gözlerine su taşıyorduk dibi delik mataramızla mecburiyetle düştüğüm bu sensizliği hangi akılsız anlar ki diye yeniden soruyordum bir daha kendime damarlarımda sızlayan bir İstanbul sevdası gibi özlüyordum Fethi-i Mübin”im olan seni ah sana ölmeyi koşarken karada gemiler dolusu tutku tutku saçlarımı y/tutardı kuzeyden doğan dağınık bir rüzgâr ve boğardı beni içimde bu çılgın korku çünkü ben unutanlardan değildim sevdiğini asla ve kata ki kavimler ötesi ormanların çınar kökünden toplayıp ismini aşka y/kazıyordum inatla ve ısrarla fütursuz yücelttiğim asil seni ey aziz olan sevgili bil ki İsa”nın kalbe düşen incili gibi kutsanmıştım içimde bizi -VI- boy atmış olan en yüce ağaçları süngüsünde bir neşterle budardı bilir misin vahşi ve yahşi olan bir sarhoş adam çarmıha gererdi ruhumun çatlaklarını sonra aşk sızardı y/aramıza yaprak yaprak bir kahırla yolardı yıldız değmemiş olan saçlarımı hiç acımadan nerdeydin muhtaçtım çılgın bir telaş ile seni gözlerdim ve daha çok en çok o anlarda heybetini özlerdim ve düşünürdüm gözlerimi kurşun gibi vurunca gökyüzüne “ne çok mutlu olurdu dokunurken elleri” derdim kendime bukle bukle kıvrılan sırma saçlarıma parmakları değince çünkü bilirdim altın kahve perçemimde büyümeye ölürdü/n sevgilim söylesene sende üşüyor musun yine? -VII- aşk yaşıyordu ikimizi görüyordum boyutsuz büyüyen bu titreyişimizi o yüzden ki ülkelere bizi anlatıyordum hiç susmadan hiç durmadan hiç usanmadan devamsızlıktan atıldığım/ız Leyla”nın çöllerinde Mecnun bir çığlık yanıyordu kül rengi gözlerim(iz)e vakit yine sen ve hayat hep gece düşünce üstüme ıslahsız dudaklarımdan yücelen bir eyyam ile körpe kuşlarla ağzımda taşırdım göklere içimizi telaşlı bulutlarda birikirdik kara mavi şimşekler gibi gürlerdik tufanla terkedilmiş o metruk şehirlere taze bahardık biz sanki düşerdik heyelan kokan avuçlarımızdaki renklere rehavet ile toplardı yağmurlar ikimizi damla damla sız(l)ardık tıpkı Kerem misali akardık Kerbela cennetine kudurmuş Fırat gibi ateş ateş kabaran kuraklığımızı yıkardı Şirin su/s cehennemdi artık bize ve yakardı tenimizi boğum boğum bir çile lebimize aşk değince Aslı gömerdi Ferhat”ın baltasıyla gölgemizi efsaneydik anlayacağın sevgili en çok savaşan topraklarda arardım resmimizi en çok ölenler arasında seni talan edilmiş ganimetleri paylaşırken korkunç yüzlü kediler uslanamıyorduk ne yazık ki biz âşıktık çünkü biz yaşamdık bir tende bilmedin mi? uysal bir mırıltı kadar huzur(suz)duk sevgili )( -VIII- biliyorum yalan sever birçoğu “ölüyorum sana aşktan” derken bile oysa biz öyle miydik söylesene gölgesi kırgın bir ağacın yaprağında inlerken Eylül bakan kurumuş gözlerim ne çok âşıktım sana bilir miydin? () -IX- çaput bağlayan sevgililer gelirdi yanı başımıza birden muradımız bir dilek ağacında idamını beklerken oysa onlar aşk diye içerdi beni bizden sen görmezdin bu heyecanımı ve oysa yine ben bir ölünün kadim bir ülke araması gibi seni isterdim bunu da bilmezdin ve senden sonra amazon ormanların içinde çakalların göğe ulaşan sesleri eşliğinde şarkılar söylerdim geceler boyu korkusuzca sana en çok dilim çatlardı davam da en çok sinem yanardı bu savunmamda sesimi yutan bir güneşin eteklerinde Jüliet gözlerini asardı yanık tenime zehirli hançer lanetli kurbanlarını toplarken şehir kasaba ölen bir Romeo değildi sabaha yakardı İmparator bu zelil romanımızı ve yıkardı merhametsizce kallavi bir inkâr ile dünyamızı soramazdım seni yarına o son veda demi gelmişti yine senden ayrılmak zor diye soramıyordum seni kendime bile -X- alnıma düşen garip bir tören vakti dudaklarım sana mühürlendi ve artık bil ki sana anlatamıyorum geçmişimi(zi) ve anlatmayacağımda geleceğe kendimi(zi) bir mahkûmun son arzusu belli değil mi XI ey içimde ezilen çeşni öp sevap rengi gözlerimi bir günah rengi uyuyayım ağzında sonsuzluk gibi durgun bir su misali iç artık beni XII aynalarda g/izlenen müsemma bir ömürdün yılgındım yıllanmış bir ayrılık kokmamızdan dolayı sevdiğim XIII ve nihayet kapat diyorum gözlerini üstüme hemen kapat bütün ışıklar sönsün bize mutlak yoksa korkuyorum çok dehşet dolanırsa dilime bir daha aşk güneş yeniden bize uyanacak mor ve tarihi hep ıslak bunu yaşamaya gücüm yok biz artık tutsak adımız bizi unutmak susalım şimdi takvimlerce koparak … MHD |
Yürekten sevgi ve saygılarımı bırakıyorum gönül sayfanıza.