Vurulan Gülün Yarasından Kokusu Damlar
Bilir misiniz...
İki damla gözyaşının arasına Kaç hıçkırığın sığdığını Bilir misiniz... Uykusundan firari hasret yarasına Ayrılığın müebbetlik kaç sızı yığdığını Söyleyin de Ne şafaklar gücensin Ne de gün batımları... Neyleyim ki unuttum ben artık İki sabah arasının mı bir gece Yoksa iki gece arasının mı bir sabah ettiğini Kuraklığımın çöllenmiş yüreğinde Ben ancak böylesiyle iflah olurum deyip Nuh tufanı sevdasına kapılmışlık varken Hangi eylül`ün gözü keser ki Benim yağmurlarımı yağmaya Ben ki... Hayallerimin geçit vermez dağlarında yorulmuşum Ben ki.. Eşkiya hatıralarımın kıyımında uçurumlara sorulmuşum Bu türkümü de ağıtsız bırakırım sanmayın... Uzağıma düşen sabahları Şafağından tutup kaldırsam da Ne çare ki hala Gözyaşlarımın kıskançlığından gizlediğim Utangaç bir unutkanlıktır gülümseyişlerim Alın şu gözümün önünden İdam sehpalı yar bakışlarını Yarası kanadıkça Gölgesi uzar acılarımın Yok, yok... Yakamozlar da vefasız çıktı Geceyi koluma takıp Yar uyanışlarının mahmurluğunu her aradığımda En çok ay ışığı yorgun düşerdi Ama bilirim ki... Sancısına katlanır da Başında sırtlanlar bekleyen bir ceylan Yine de doğurmaz yavrusunu Aldırmaz ki zaten... Dermanı mahçup olup geri dönse de Sabrını deneyen bülbül kalır başucunda Hangi teselliye sığdığı da bilinmez ama Vurulan gülün yarasından kokusu damlar |