El Değmemiş Bahar
Göründü ufku şûh tepelerin, mor dağların,
Yüzerken uyuyanlar en derin uykularda... Mor pembe şafaklar tülleniyordu ard arda... Kuğuların süzülüp gittiği gün sularda, Duyduk ürperten soluklarını nevbaharın. Bir mâvi sükûn sarmıştı hülyâlarımızı, Gökyüzü ümitle göz kırpıyordu uzaktan... Tam yapayalnız kaldığımız an dayanaktan; İnâyet azimle bütünleştiği kuşaktan, Morartıyordu mesajlar rüyâlarımızı. Suyu gürül gürül çeşme coşmuştu yeniden, Esiyordu her yörede ikbâl meltemleri. Bir nurlu neş’e sarıyordu hemen her yeri... Ve ömrün gönlümce geçen en mutlu günleri, Yaşanıyordu bir kere daha en derinden. Bir zümrüt içinde el değmemiş taze bahâr, Tıpkı mâzînin deseni ve mâzînin rengi... Örülüyor dantela gibi nizam hevengi, Hasretli sînelerin hasretlerinin dengi; Firdevsî tepeler üstünde mor erguvanlar... Şimdi rüzgâr esiyor, çemenler ürperiyor, Hazâna uğrayan yerlerde dipdiri güller... Sûr sesi duymuş gibi diriliyor ölüler... Bu hülyâlı mâvilikte onlarla beraber, Hicrânla yanan sîneler vuslata eriyor... |