Aşk ve Vuslat
Şahlanırken doludizgin mavi hülyâlarla,
Duyar Cânân’ı rûh sihirli râyihalarla. Sardıkça her yanı o füsunlu hâtıralar, Köpürür dalga dalga vuslat tüten duygular... Uzaklaştıkça kendine âit sahillerden, Ağarır az ötede ufuk, ağarır birden... Derken sarar her yanı Mâşuk’un câzibesi. Duyulur tasavvurlar üstü sihirli sesi... Varlık aşkla gürleyen bir mûsikî kesilir, Gittikçe düğüm düğüm bir âleme erilir. Artık her yerde o sırla gezer ki, büyülü, Her manzarayla tüllenir Cânân’ın kâkülü... Hislerde işveyle tüten bir üslûp duyulur Ve insan uhrevîliğe sırlı bir yol bulur. Düşünceleriyle hummâlı, rûhu pür neş’e, Ziyâ püskürür, fecrin tepeleri peş peşe... Rüyâ gibi bir iklime erilir ki; eşsiz, Füsûnuyla kuşatir bir haz, her yani sessiz. Donakalir, sari güller gibi alninda ter; Sonra da bir işiga erer ve her şey biter... Solar bütün renkler; yeşil, mavi, pembe ve mor, Mekân "lâ mekân" olur, zamanin nabzi durur. Dökülür karanfil, yasemin, erguvan, zambak, Menekşe, papatya, lâle ve gül yaprak yaprak. Görülen bu rüyâ bitince her yan agarir, Rûh da, vuslata ereceği rıhtıma varır... Anlar o zaman gâyenin Allah olduğunu; Duyar, var olmanın zevkini duyanlar bunu... |