onaltıncı bölükten...
kramp girdi uhdelerin ayaklanmasına
’aylar geçse de yıllar geçse de, bir ömür böyle gitse de ben seni unutamam’derdi şair şairin biri de yapıştırırdı cevabı: ’unutursun gönlüm unutursun elbet bu ne ilk ne de son gidiş uzaklara’ bu silsile sürerdi sabah akışında radyonun.. dışarda yağmur yağardı, bir manzara akardı nöbet kulübemin camına.. taşa desen işleyen ustaya dalarım ufkumda, defalarca pişen o taş şekil almaya mahkûm... bir türkü damlar dilime neden sonra, ’nasıl anlatsam bilemiyorum,gözlerim kararıyor tepetaklak oldu dünya tersine sanki, sanki’ bir kinaye dokunur başka bir ağızdan: ’sen varsın dünyamda senle güzel o dünya yokluğuna yuh ya! varlığın ayrı rüya’ teslim edilirken nöbet,nöbetleşen gündönümüne.. yurttan sesler bir derule çaladursun bir emir gelir, onaltıncı bölük yat!diye.. ’benzemez kimse sana, o tavrına hastayım gözlerinden süzülen o işvene kurban olayım’ sonra uyku girerken gözlere, eşlik eder: ’göz bebeğimsin,yürek atışımsın naz etme gel bana sar beni yarim, gidersen olmaz ölürüm billah seviyorum işte tek şahidim Allah’ ta ki onaltıncı bölük, yak koğuş ışıklarını giyinmeye başla! diyene kadar... |