Ölü Sevici Kent Hikayeleri/Dilsiz Kanamalar...
/Küçük bir kanat sesi şimdi umut,
Kulaklarımda çınlayan. Ana avrat sövdüren bir soğuk var dışarıda. Saçma sapan hayatların bile ayazlarına rahmet okutan./ ………. Suskun bir şehir çiziyorum. Alacakaranlıkta yaptığı düşüğün Sancılarıyla kıvranan bir yosma gibi kazınıyor zihnime, Suskun bir şehir; Dilsiz kalan tüm kanamaların şerefine. Saat sabaha koşuyor, Gözlerim uykuya Zihnim intihara Bedenim şehvetin ateşli parmaklarına, Ve ben karanlık bir şehir çiziyorum. İstanbul’un orospu eskisi kulelerini kıskandıracak kadar güzel, İfriti uyandıracak kadar beter… Karanlık bir şehir, Bir önceki şehrin suskunluğundan bi-haber. Aklım yalnızlığa muhtaç Dilim kelimelere Parmaklarım kâğıda Gözlerim karanlığa… Ben şimdi Berbat bir sabahın ağız kokusuna uyanıyorum, Bir şehir çiziyorum, Bin sevda öldürüyorum… Çizdiğim her şehir garip bir anaçlıkla yeni hikâyeler doğuruyor. Karanlıklar, Aydınlıklar, Saçma sapan suskunluklar. Hepsi birbirinin ardı sıra, Katar misali dolanıyor. Az ötede kustuğu safranın içinde boğulan adamın Geceyi yırtacak kadar keskin kelimelerle yazdığı sona Aldırış etmeyecek kadar kalabalıklaşıyor nüfus. Ölü bedenlerin kesif kokularına alışmış yırtıcılar gibi bekliyor köşede gizli aşklar. Şehir kanıyor, Şehir ölüyor, Şehir her bir parçasından yeniden doğup kendini öldürüyor... Bir nokta gibi küçülüyor zihnim, Kıvranıyorum, Ağlıyorum Kırıyorum aklımın aynalarına yansıyan o ucube siluetleri. Her bir bakışla kestiğim bileklerimden akıyor zehrim… Senenin kaç olduğunu bilmiyorum. Bir önemi kalmıyor zamanın, ölümle nefes nefese sevişiyorken. Şimdi desem ki; Hepinize birer mahşer doğuruyorum. İnanacak kadar cesur olmadığınızı biliyorum… İşte bu yüzden; Suskun bir şehir çiziyorum, Alacakaranlıkta yaptığı düşüğün Sancılarıyla kıvranan bir yosma gibi kazınıyor zihnime, Suskun bir şehir; Dilsiz kalan tüm kanamaların şerefine. Şubat’2012 |