Altı Perdelik Oyun/dünyayı bir şiirin içine koysalar sonsuza kadar orda bıraksalar/ I perisi olmayan bacalar kadar yalandı herşey herkesin bedeni biraz çorak ruhu balta girmemiş yağmur ormanı sevgili dediğin nil kadar uzak toplu bir üşengeçlik koynumuzun yılanı hayatımıza yazılan romanı okumaktan uzak itinayla yakaladık stres denen çağın hastalığını ve gözü bağlı ebenin tuttuğunu göreceği an kadar bulanıktı herşey annemden öğrenmişim herşeyin sevmekle başladığını bir menekşeye yurt olan saksı toprağını da buğday başaklarına yurt olan bir tarlayı da aynı sevmeli ve ayırt etmeli üzüm yemek isteyenle bağcıyı dövmek isteyeni II saksının yerini kim değiştirdi hangi saksı hani şu düşüncemin eşiğindeki saksı şu kafatasına benzeyen mi ey ağırlığınca altın eden kader diyorum ki dalıversen saksının kurumuş toprağına önce tohum sonra filiz ardından fidan ansızın bir ağaç olsan üstümde baharlık mavi elbisem eteklerimi havalandıran rüzgarı kışkırtırcasına saçlarımı ince belime indirsem urganı pembeden bir salıncak ucunda güllü minderi hani diyorum dallarında yeniden sallanıversem aman ha yanlış anlama yaşarcasına... III beynim binlerce karıncanın istilasına uğramış sanki bu kaşıntı beni nereye götürür ki yoksa türlü kimyasaldan aklaşmış saçlarım mı bu kaşıntının sebebi bu hapşırık nöbetide neyin nesi araya sıkışmış bir gazete haberi uzun olmasa yada üşenmesem yazacağımda ah bir üşenmesem geceye uçurtma salmışlar sanki eteğinde zil takılı köçek gibi oynatıyor perdeleri kaldırmış aradan hayayı edebi üşengeç bedenime inat yerinden fırlayan gözlerim süzüveriyor kırmızı lambalı pencereyi yer değiştiren iki gölge korku filmi gibi munzur kalemim dürtüp duruyor beni hadi bir senaryoyla süsle bu tembel geceyi adam kadının postunu sermiş yüreğine uzanıvermiş ateşinin önüne rahat alabildiğine rahat ekonomisi tavan yapmış ülke sanki kadının düşünceleri çelişkili birazdan yağmalanacak toprak gibi ekmeğe aç bakan çocukların bulamadığı zeytin tanesi gözleriyle görüyordu bir sigara molasında ruhunun terkedileceğini ben de uykuya meydan okuyan gözlerimle görüyorum bu senaryonun akıbetini izbe bir sokağın köşe başında afişleri yırtılmış bir sinema salonun arka sıralarında varoş çocuğunun filmden çaldığı siyah beyaz repliklerle bir bilet fiyatına sevgilisinin elini tutmasından öte geçemeyeceğini yok yok bu seneryoyu acilen değiştirmeli biraz burjuva kesime hitap etmeli adam kadını öldürmeli evet evet öldürmeli öyle aşktan falan değil yüreğine serip ateşinin önüne yattığı postun üstünde aksiyon olmalı göğsünde uyurken sırtından bıçaklamalı ruhumuzu işgal eden apoletler gibi film vizyona kapalı gişe girmeli meydanlarda eşitlik narası atan birine sattırmalı kara borsa biletleri borsa demişken birden aklıma geldi kârdan zarardan ne haberdir öyle bir dedikodu duydum ki sarı bir gelin baştan çıkarıyormuş evli evsiz herkesi... IV yerimden kalkmadan yapacak birşeyler bulmalı çokta eften püften olmamalı az birazda işe yaramalı karanlığın ihtişamı beni de delirtmek üzereyken bir şiir okumalı şairi attila ilhan olmalı ezbere konuşanlara inat kitaptan okumalı kitaplık ellerini tutamadığım adam kadar uzak ne yapmalı bir tıkla üşengeçliğe sadık mı kalmalı cümle alem sanal aleme bu yüzden mi hasta açılıverdi önüme derya gibi usta herkesin bir pia’sı olmalı eksiksiz ölmeli ellerini tuttuğunda ya da dağ başları gibi yalnız kalmalı yalnızlıkta sevdaya dahil mi tıpkı ayrılık gibi bu gece harika bir şeyler olmalı mesela sisler bulvarının köşe başında ruhum orta boylu bir adama çarpmalı karşılaşmamız iki eski sevgili gibi olmasa da iki eski tanıdık gibi olmalı ama mutlaka olmalı yoksa infilak edecek başım istanbul minarelerinde okunacak adım acemi şairin yalanı az biraz masum olmalı ama herşey luzumundan fazla beyaz boşverdim en iyisi delirmek ya da delirtmek karanlığın ihtişamını... V gecenin uçurtması yırtılmış sanki bu durgunluk korkutmuş perdeleri bir ucu taze ölüyü sarmış kefen diğeri süzülüyor yaslı gelin gibi bu defa da hayal gücüm zorluyor beni hadi bir gölge oyunuyla süsle aklını firar ettiren bu gardiyan geceyi dünyanın rahmine düştüğümden beri her yer cinayet mahali duvarda titrek silüetim mübarek hakim sanki savun diyor savun kendini vurdum diyorum ben vurdum hiç acımadım en sevdiği yerinden en sevdiğim yerinden vurdum yüreğimi bir ben gördüm kimseler görmedi bir ihtimal kör bir aşk’ta görmüş olabilirdi yemini yalan sözleri kimse izlemeye gelmedi gözler desen yalanın en has kardeşi galiba yine en doğruyu ellerim seçti klavyeyi bir hamlede dizginledi daha kaç dizgini elimden kaçmış sözlerim vardı geceye kaptırdığım aklımın fragmanında izledim sanki uzun metrajlı bir film fragmanı al ileriye sar geriye bitmedi ulu orta verilmiş bir sözde dondurdum kareyi uzaklarda eriyen bir buzdağına çarptı geri geldi genetiği bozulmuş ekşi elma tadında gezerken ıslanmayacaktım parfüm yağmurlarında kutuplarda nesli tükenen penguenler çoğalırken kürsü başlarında ve dünya yağmalanmış doğunun baharatları gibi kokarken evrenin atlas yorganını yedi kıta birden tam tekmil yırtarken ben parfüm sıkıp sözlerimi vurmuşum çok mu... VI gözlerim filistin gibi direniyor uykuya bedenim insanlığa teslim dünya müjganla ben ağlaşırken sarsıldı takvimden bir yaprak daha kız çocuğu hayallerimi kırmızı rugan pabucumun içine doldurduğum günden beri bir umudun terkisinde gezdiriyorum kendimi yarın kurulacak yine o büyük senfoni çalacak tüm eski parçaları ömrümden oysa ben türkümün gölgesinde ölmek için doğmuşum naylon dünyayı beyaz kağıda yazan şairken dilimin acı ezgisinin hevesiyle sözü sazından sökülen bir sürgün olursam ve bir dağlıya vurulursam beni dünyaya dünyayı şiire gömün uçurtma vurulur iner perde... Seyran Tankuş |