KORKUNÇ BURÇ
Dixi et animom levâvi*
güneş hep aynı yerden doğuyor aynı yerde batıyordu ve aynı desenle boyanmıştı sanki gökyüzünün tavanı açık havalarda. bulutlar sevilmiyordu genelde, felaket taşıdıkları için karanlık karınlarında. bu yüzden belki köylüler umuttan çok bulut görürlerdi rüyalarında ve belinleyerek uyanırlardı yüzleri çarpık. alık alık bakıp cam yerine gazetelerle süslenmiş küçük pencerelerden, o günün tahminini yaparlardı hem meteorologlardan âlâ. yokluk çemberinin ortasında, ev-tarla koşturmacasında, bir mekik gibi dokuyorlardı çileli kefen bezini yaşamın. ben henüz kendimi doğurmamıştım. çamurlu yolların çürük kokusunda boğulurken zaman yaşlanmaya gerek kalmadan bitiverirdi ömür türküsü. kadere ve kazaya inanır gibi görünse de, sürü sanılan kalabalıkta ne imama inan, ne de papaza güven vardı. oyardı ilkel beyinlerini korkunç bir kuşkunun sipsivri keskisi. ağızlardan tek söz çıkmasa da, hep yere yere bakıyorsa da gözler, isyan bayrakları savruluyordu kaçak sigaraların püskürdüğü kapkara dumanlarda ve safran sarısı cılız parmakların yumruklaşmasında bir öfke tufanının yaklaştığı görülüyordu adım adım. ben kendimi mutlaka doğurmalıydım. sormak yasaktı, yanıtlamak cinayet. fetva hakkı iki dudağı arasındaydı zina oğlu kan rengi bir ucubenin ki kendisini tanrılık hevesine kaptırmıştı sırılsıklam ve taptırmıştı kendine telkiniyle ateşten bir kırbacın. sessizliğin çadırında ağlamak yoktu, gülüş hiç. sinirli ellerin zoraki alkışları silip süpürmüştü her şeyi. hep o övülüyordu, hep o aranıyordu, hep ona gidiyordu yaltakların, kaltakların, yavşakların tüm jurnalları ve susuyor, işaretlerle konuşuyordu herkes, babam da susuyordu üzgün, ama ben hep sorular soruyordum. ben belki de kendimi doğuruyordum. bir gün okulda bir sis perdesinin koynunda buldum kendimi. babamı aradım önce, yok dediler. ardından anamı sordum, unut dediler ve onu gösterdiler bana her soruma karşılık. o korkulu okulun okuttuklarını onun kulu gibi sevmeliydim. sevdim. ölmeliydim bu öğreti adına. söz verdim. benim için tüm renkler kızıldı artık ve tüm yarınlar aydınlık. eşitti köydeki dayımla bakanlıktaki bakan. tarih mezarlık olmaktan çıkmalıydı. ağzım bunu söyledi, elim de bunu yazdı. insanlığın kurtarıcısı ulu önder huzurunda ant içtim. ben kendimi doğurmaktan vazgeçtim. bilemezdim gölette de boğulabileceğini saf yüzücünün ve kişiye göre değiştiğini derinlik kavramının. oysa ben denizlere açılacaktım, güvercinler uçuracaktım en sıcak, en ağrılı yerlerinde dünyamızın. etiopya’ya ekmek, filistin’e yürek, afganistan’a çiçek götürecektim. kıracaktım cehlin zincirlerini ve kilitlerini hapishane kapılarının. tanrım birdenbire ne oldu, nasıl oldu ki, kelepçelerinde buldum kendimi ben kendi düşlerimin. aldatılmış, hırpalanmış ve aciz. en güvendiklerim götürdüler beni bir yerlere bir gece. öldürüldüm kendimi doğurmadan önce. _______________________________ * (Lat.) Söyledim ve rahatladım. |