SÜRMELİGökten bir elma düştü yanıbaşıma Cennetten gönderilmişçesine Davetkâr, cüretkar, muamma Ellerim uzanmak Almak için heveslenirken usulca Kimsenin duyamayacağı bir sesle fısıldayarak; Asla dedi Asla heveslenme bana Yenmek için değil Ders vermek için geldim. Bakmanda sakınca yok Ama uzanmak Dokunmak Nefis körlemek sakıncalı. Arzularına, Beyninde dolaşan sorulara cevabı Başka yerde Başka kapılarda arayacaksın… Havsalam da, yasak elma Yasak alma Yasakları çiğneme Yaksak bölgelerde dolaşma cezaları dolaşırken Metruk mabedimin Kimsesiz duvarlarını bir bir Ben ki ne Nebi, ne Rasüldüm Böyle bir imtihan için hem zelil, hem de züldüm. Yeniden uzayamayışıma Ezildim Büzüldüm Süzüldüm.. Gözlerim oyalanırken meftun elmanın üstünde Hayalim başka iklimlerde Dağ, bayır, toprak- çamur… Çorak toprakları sulamak Yorgun zamanı diriltmek için Gaipten, öteler ötesinden bir ferman bekliyorum. Gelsin ki; Saba efirtisiyle coşturarak Durağan, somurtan bulutları okşasın. Sarmaşıkları kurumuş tutsak bahçemde Yârına dair yeni fideler Kabuğunu kırma cesaretini toplasın Yeni bir dünden Yeni bir yarına hazırlanırken Vakurca… Tüm gücümü bir mavzer kurşununa sıkıştırıp Gizlendiğim siperden ateşleyerek vurmak Ya da vurulmak için şah damarımdan, Devinme çabalarına gark oluyorum. Zorlayarak aldığım nefesim Genzimi yırtarak çekip giderken Yakıcı, boğucu edasıyla soluk nöbetlerim Dudak çatlaklarımın arasında Nefes kesen acımtıraklığını Mumyalıyor, Usta bir mumyacı edasıyla… Geçmişimi koyduğum çıkınımı açarak Bulduğum kırıntılardan Bir hayat, bir seda, bir ışık almak Karıncalaşan kırgın ayaklarımı Yorgunluğundan sıyırıp Silkinebilme, kendine gelebilme; İçine düştüğü İçime düşen bu kor Bu köz yığını arasında arınabilme Kor’a su Dikene gonca edasıyla gelme Yolunu arayıp bulma Ve titreyen dillerime can verip Söylemek, söyletmek; Sen nesin? Ne değilsin? Madem kabarttın şehvetimi Artırdın halvetimi Cevap vermeyecektin Niye, neden, niçin geldin yanıbaşıma Neden başıma değil de yanıbaşıma düştün Diyebilmek, sormak için, Kuracağım yeni şehir Bulacağım yeni ömür’e mihenk olsun diye Tahtadan kılıçlar gölgesinde… Kalakaldım öylece Ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilmeden Bulamadım bir sözcük birkaç hece Bekleyişim aman dilercesineydi Aman! Ne olur acı bana Sokma beni bu çıkmazlara Yıllarca çıkmaz kuyulara dalıp çıktım Yeter artık Ben, bu bulunmaz, bilinmez soruların cevabını Aramaktan yoruldum bıktım Yol ver, yol göster Pusulam sisli havalarda karıştırıyor doğuyla batıyı Doğruyu göstermiyor Dünkü akıllı başımda gittiği yerden gelmiyor Yüreğim bir çoban yağlığından bin kat daha yamalı Ne ettim ne edememişsem hayatta Tüm uzuvlarım adeta İşte mücrim kulun Allahlım dercesine Damalı… Sen güzeller ülkesinden gelen güzel elma Bari evimin yoluna yetsin Azıcık aklımı çalma Al! de alayım, git! de gideyim Çakıldım mıh gibi buraya Geride hayat varmış nideyim Suçum ne günahım ne Sana karşı ahım ne Düşseydin başıma çat diye ortadan yararak Eyvallah etmezdim billahi Alsaydın ruhumu huzuru mahşere Çırpınsa da serce kuşu gibi Bu ani baskında bir müddet Vahşetin pençesinden kurtulmak için Kanatları kırılan her kusun Vardır elbet söyleyecek Bir cift sözü… A elma, al al elma Gel de git bende kalma Sen doğuştan şanlısın İpeklisin allısın Yaşam serüveninde İmtihan başladı senle O seçilmiş kul idi İşin ne şimdi benle Kuşkanadı gökten huzme geçiyor Tüm belleğim bana hızma seçiyor Bilginçliğim Güvenmişliğim savsakladı ne varsa hafızamda Bir bilinmeyen denklemin çözülmesinde Bocalayışım Kündeleyişim Ele verdi beni Tüm çıplaklığıyla söylemeliyim Herkese söylemekten Haykırmaktan başka bir şansım kalmadı artık Bunu en son öğrenen ben olsam da Başkalarını daha fazla mahrum etmemeliyim Söylemeli ve ezberletmeliyim; Kendi el yordamımla yükselme çabalarım Birilerinin üzerine basarak yücelme arzularım İyi niyet elçilerimin bir şeyler yapar edasıyla aldatmacaları İçine düştüğüm bu son çıkmazla aklanmalı, Anlaşılmalıyım artık. Bir elmaya verecek sözüm yoksa eğer İtiraf etmeliyim İtiraf edip haykırmalıyım, Duyabilen, hissedebilen, anlayabilen ne varsa Haber verip bilgilendirmeliyim Galiba burası son durak Son sığınak Bende bu durakta bekleyen tek yolcu Koca kalabalıkların arasında tek başına duran Çöp yığınlarının arasında bir şeyler arayan son dilenci İsteyici Neyi, nerden, kimden isteyeceğini bilemeyen Risalesini iletecek Sesini duyuracak kulak bulamayan Son elçi… Belki söyleme vakti gelmiş, çoktan geçiyor Koca dünya dedikleri yer küreden; Ordular Oymaklar Aşiretler geçiyor. Hepside yorgun hummalı Hepside çarpık kimyâlı Yüküyle boğuşan bir karınca beği kahramanı edasıyla Vatan, özlem, uğruna agıtlar yaktığım sıla Artık yol mefhumu kalkmış aradan Mesafe diye bir şey kalmamış Kimse kimseyi sürmüyor Ne Fizan’a ne Mısır’a Ben dünden Ben öncesinden uzağım Tecelliden beridir çabalayışım Zaman zaman sana ulaşma Sana kavuşma arzularımın şahlanışı Sonrada savaşa hazırlanıp gidemeyen Kimseye eyvallah etmezken sana Hadi git diyemeyen Yılgın bir komutan edasıyla Erkekçe ağlamasını dahi beceremeyen ben Boşuna uğraşmamalıyım artık; Rüzgâr’ın ve yılların suratımda bıraktığı izleri kaybedip Yeniden baş kaldırma Ayaklanma İsyan çıkarma kahramanlıklarına. Anlama ve anlatma zamanı çoktan geldi de geçiyor Son cesaretimi toplayım söylüyorum Sevgilim, sevdiğim, yârim, hederim Miadı dolmuş yaşamda ben ancak; Ben doğuştan, sen kudretten sürmeli der Giderim… 03.08.2011 (3.Ramazan’ın üçü) Abdurrahim KÜÇÜK --------------------------------------------------------------------------------------------------------- Huzme :Demet Yağlık : Mendil Heder : Karşılığını alamama, boşa gitme, ziyan olma. |
Yasak alma
Yasakları çiğneme
Yaksak bölgelerde dolaşma cezaları dolaşırken
Metruk mabedimin
Kimsesiz duvarlarını bir bir
Ben ki ne Nebi, ne Rasüldüm
Böyle bir imtihan için hem zelil, hem de züldüm.
Yeniden uzayamayışıma
Ezildim
Büzüldüm
Süzüldüm..
ÇOK GÜZEL BİR ŞİR OKUDUM TEBRİKLER YAZAN KALEME