zengin aşk, acı doludizgin ve nisyana mail kibir işte ... ıssız gürültüler maviye boyanan camlar beyaza ağarmış çamlar...
yanardın buz gibi ellerimde kafesi tutuşurken o mevsim bir irkilir bir pusardım kahve yetimi saçlarının kokusuna öleyazardı aklım, diyemezdim sen yanımda olsan da açtım kudururdu gübre yemiş otlar gibi başak başak akardım sana geniş kelimelerin dar kulvarlarına alırdım seni düşerdin aciz mısralarıma...
şiir olurdun; kâh ayazı bozuk kâh rüzgârını azıya almış ama hiç eşiği atladığını hatırlamam itiraf ederdi dizeler bazılarını anlatmaya yetmezdi kelimeler bazen oyun isterdi yürek zaman içinde oynanırdı bu eğlence ama sen zamandan münezzehtin ve sen b/aşkaydın işte...
ama benim olmalıydın içimdeki kuşlar da öyle söylerdi truva rüyalarıma sızan periler de gurbetuykularına yatar muzaffer bir güneşle tepiklerdim sabahı düşerdin aklıma kahvaltı sonrası, yatmadan önce matem rengi gözlerin ve mütemadi gülen denizler harekeli gülerdim kendime şetteli ağlar... sen başkaydın sen benim mavi ülkem...
erişilmezliğinin katsayınca inat kusardım tövbelerimin çoğu bu zamanda tükenmiştir senkronu tükenene dek seveceğim üflerdi ciğerlerim ahrazlığım altında ezilene dek siluetini ezberlerdi dilim...
istanbul girdi sonra araya aldı seni benden sakladı iki yakasının arasına... asılsız ihrama düştü dizeler muta paylı sevgililerim olmadı değil yerini sevmeyen güller gibi birer birer döküldüler...
ahraz bir aşk eskisiydim gayri dolandı durdu mihrabını arayan sesim ne Musul kaldı ne Selanik, seslenmedik...
sonra, hayli zaman ezdi üzerimi yazarken ayrılıyordum senden bitirinceye dek küs sen başkaydın artık ve muhtemel başkalarının bahçesine süs...
bense hastaydım onulmaz bir haletin dar gömleğiyle ve alışmalıydım artık isimsiz tedavilerin ucu açık iğnelerine ihtimal kırık kanatlı bir kalem tutacaktım yaşayacaktım yine sağı sakar, solu esrik isyanı boca etmiş külleriyle burcu tamire gelmez başı boş bir mürid...
uçtu gitti işte zihnime ilikli mehir kalıverdi tek başına tortusuyla tersine akan nehir oysa bakışın onarırdı her daim bir damlan bile yeterdi hiç bilemedin belki hem derdimdin, hem tedavim
maviyi görmeden solan gül tomurcuğumdun ve ben sana dünden taburcuydum!
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
SEN BAŞKAYDIN 1 / Ben Sana Dünden Taburcuydum şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
SEN BAŞKAYDIN 1 / Ben Sana Dünden Taburcuydum şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Şiir,neredeyse dilin doğuşuyla beraber ortaya çıkan bir yazın türüdür..Şiiri tanımlamak için binlerce ifade kullanılmışsa da doğru ve değişmeyecek bir tanıma ulaşmak olanaksız gibi görünmektedir..
Ancak,kendine ait bir dil ya da söylem kullanması,müzik ve sesle yakın ilişki içinde bulunması ve estetik bir etkileme gücünün olması herkes tarafından kabul edilebilecek özelliklerdir...Şiirin ortaya çıkışı,insanın sesini bulması ve özellikle konuşarak iletişim kurmasını sağlayan bir dil geliştirmesi ile yaşıttır..İnsan günlük konuşma dilinin yanı sıra özellikle değiştirebileceği ya da yansıtabileceğini düşündüğü doğayı etkilemek için bir büyü dili oluşturmuştu..Bu dilin ritmik özellikleri şiir dilinin öncülü olarak algılanabilir..Platon da şiiri tanımlarken "büyülü söz" ifadesini kullanmıştır..
Çağlar boyunca türküler şiirsel metinler olarak sözlü yazın örnekleri olarak yaşamışlardır..Her kültürün günlük dil kadar sık kullandığı türkülerin sosyolojik boyutu yazınsal boyutundan daha önde görülmüştür..İşlerini yaparken türkü söyleyen insanlar bireysel ya da grupsal gereksinimlerinden dolayı farklı türlerde şiir geliştirmişlerdir..Bu gereksinim sonucu ortaya çıkan türler Yunan kültürü etkisi altında gelişmiştir..Bu bağlamda ilk gelişen türler lirik,epik ve dramatik şiirdir...Bunların dışında pastoral,didaktik ve satirik diye adlandırılan türler de şiirde iç farklılaşmanın diğer örnekleridir..
Topluma ortak bir duyarlık ve bazen vicdan oluşturmak,insan-doğa ilişkisini düzene koymak,sıradan insanın gözlemleyebildiği halde ifade edemediği olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek ve böylece toplumun sözü olmak gibi işlevleri vardır şiirin..Şiirin işlevi yazıldığı ya da söylendiği döneme bağlı olarak farklılık göstermiştir..Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yapmış,yenilikleri tanıtmaya çalışmış,demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur..." Bu şiirde gösteriyor ki şairi şair yapan aşk değil, ayrılıktır, hasrettir. Şair aşkın tadını ayrıldıktan sonra, sevgili gittikten sonra anlmıştır. Her ne kadar yakınma varsa da yakınan şairdir. Oysa aşk en yakıcı ama en tatlı saltanatını sürer ayrılık evresinde. Aşk o zaman aşktır. Şair o zaman şairdir.
Hani deriz ya, Allah bir kapıyı kaparsa, bir kapıyı da açar. Bu ayrılık aşığı şair yapmıştır. Kalbi silkeleyip dile, dili silkeleyip kaleme döktürmüştür. Aşkın zaferi firaktır!
Aşk, kalbi ayrılık ateşi ile yaktığında aşık yangının yönünü dile ve kaleme çevirirse şair olur rahatlar bir nebze. Ama beyne sıçrarsa mecnun olur kişi. Artık şiir yazamaz, çünkü kendisi şiir konusu olmuştur.
Şair'i tanıdığımdan beri, şiirleri hakkında diyebilirim ki beğenmediğim bir şiiri olsun. O bence gerçek bir ozan.Yüreğini kalem yaptığı,salt yazmak amacı gütmeyen,yaşayarak yazan bir ozan. Yolun ve yüreğin hep açık olsun dostum. Her şeye rağmen dirençle ve umutla sevgiyi eksik etmeden.. Sevgilerimle bu güzel şiirini gönülden kutluyorum.
Ancak,kendine ait bir dil ya da söylem kullanması,müzik ve sesle yakın ilişki içinde bulunması ve estetik bir etkileme gücünün olması herkes tarafından kabul edilebilecek özelliklerdir...Şiirin ortaya çıkışı,insanın sesini bulması ve özellikle konuşarak iletişim kurmasını sağlayan bir dil geliştirmesi ile yaşıttır..İnsan günlük konuşma dilinin yanı sıra özellikle değiştirebileceği ya da yansıtabileceğini düşündüğü doğayı etkilemek için bir büyü dili oluşturmuştu..Bu dilin ritmik özellikleri şiir dilinin öncülü olarak algılanabilir..Platon da şiiri tanımlarken "büyülü söz" ifadesini kullanmıştır..
Çağlar boyunca türküler şiirsel metinler olarak sözlü yazın örnekleri olarak yaşamışlardır..Her kültürün günlük dil kadar sık kullandığı türkülerin sosyolojik boyutu yazınsal boyutundan daha önde görülmüştür..İşlerini yaparken türkü söyleyen insanlar bireysel ya da grupsal gereksinimlerinden dolayı farklı türlerde şiir geliştirmişlerdir..Bu gereksinim sonucu ortaya çıkan türler Yunan kültürü etkisi altında gelişmiştir..Bu bağlamda ilk gelişen türler lirik,epik ve dramatik şiirdir...Bunların dışında pastoral,didaktik ve satirik diye adlandırılan türler de şiirde iç farklılaşmanın diğer örnekleridir..
Topluma ortak bir duyarlık ve bazen vicdan oluşturmak,insan-doğa ilişkisini düzene koymak,sıradan insanın gözlemleyebildiği halde ifade edemediği olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek ve böylece toplumun sözü olmak gibi işlevleri vardır şiirin..Şiirin işlevi yazıldığı ya da söylendiği döneme bağlı olarak farklılık göstermiştir..Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yapmış,yenilikleri tanıtmaya çalışmış,demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur..."
Bu şiirde gösteriyor ki şairi şair yapan aşk değil, ayrılıktır, hasrettir. Şair aşkın tadını ayrıldıktan sonra, sevgili gittikten sonra anlmıştır. Her ne kadar yakınma varsa da yakınan şairdir. Oysa aşk en yakıcı ama en tatlı saltanatını sürer ayrılık evresinde. Aşk o zaman aşktır. Şair o zaman şairdir.
Hani deriz ya, Allah bir kapıyı kaparsa, bir kapıyı da açar. Bu ayrılık aşığı şair yapmıştır. Kalbi silkeleyip dile, dili silkeleyip kaleme döktürmüştür. Aşkın zaferi firaktır!
Aşk, kalbi ayrılık ateşi ile yaktığında aşık yangının yönünü dile ve kaleme çevirirse şair olur rahatlar bir nebze. Ama beyne sıçrarsa mecnun olur kişi. Artık şiir yazamaz, çünkü kendisi şiir konusu olmuştur.
Güzelliklerle....