Kudüs de yarım bırakılmış bir düş arifesindekulağımda sürgün yemiş turnadan sevda türküleri, başucumda yokluğunun yoksulluğu bir beden ve kendisine bir boy büyük gelen hüzün mintanı sırtımda kan ter içinde kalem sana öylece akıyorum yetim mavi düş kelebeğini ezen hicranın gölgesinde yedi tepe deliverenlerin içinde açan gelinciğin kırmızısıyla kanatıyorum,beyaz duvaklı kağıdı kara peçeli gecenin en mahrumiyet anında sen kokan satırlar saçlarında sarı papatyalardan örülmüş küçük bir kız çocuğu üzerinde beyaz bir elbise küçük, zeytin gözlerinden düşen yağmur tanecikleri Marmara’nın beyaz köpüğüyle ’bir’ olurken pastel boyalı düşleri sorguda dedektife soyunan Sirkeci de sen cancağızım göz pınarlarımda tek yağmurumsun ne zaman azizliğini vaftizlesen buğday coğrafyama bereketim oluyorsun Kadr süresinde kıldan bir köprüye bürünüyor Boğaz ister istemez offf imkansızlık tarlasında topluyorum düşsüzlüğümü yüreğimin ıslak dudaklarıyla sensizliğin sessiz çığlıkları firardayken varlığından bir kırıntı buluyorum Azrail kapı eşiğimde Yusuf’un kuyularında bir mezar biçerken bedenime kara peçeli gece lâlliğimi heybesine katıp bir bıçak yürüyor yamalı yüreğin kenarlarına sen ; kalemimin baş kahramanı acırken sol yanım sağıma düşür Emirgan lalelerini taa göğsüme ve bırak beni zemzemi dünü Üsküdar’a bıraktım uçurtma eşlik ederken en rüzgarlı yerinde sar, sarmala beni hadi! kundakla beni senli cümlelerimin anayurdu revaçtaki kalemimle Hacer’in en yalın hali ferağat etti Kız kulesine zamansızlığın imla hatalarında satır araları yüreğimdeki meşru merdivenden inerken ayak izinden öteye geçemediğim göçebeliğim faali meçhul cinayetlerin tek zanlısına soyunur sorgusuz sualsiz deniz manzaralı bir caddenin tam ortasında Haziran akşamında (d)üşüyorum. saçlarımı yeliyle tarayan lodosun kollarına yokluğunun yoksulluyum şehr-i İstanbul sensiz, bir anlam ifade etmeyen zekatların koynunda üşüyorum kum terazisinin ters dönüşünün akibetinde ört üzerimi çingene vapuruna eşlik eden martı sesleriyle maviliğine bastır, serpiştir mübarek tuzunu irin toplamış yaralarıma dudaklarım zemzemliğine yürüse de, sesim, çığlığım çıkmaz artık sana bilesin kilit vurdum kırmızı gözlerime kilit vurdum sensizliğin sessizliğine zamanın savaş suçlusu ilan ettiği bendeniz galadaki korku filmin sahneleri saçıma asılırken Azrail’in sütbeyaz kanatlarında tattığı türk lokumundaki tebessüm kalıyor elmacıklarımda yüreğimin acıyan yanına nakşediyorum kah s(b)ensizliği, kah yaması tutmayan şah damarını ellerime güç verir Galata Kulesi güç verir ki avucumda sıktığım keskin bıçakta kaldı dünün izleri zaman yaralarım yerine otursun diye beklemekte yamalarım kapanıyor teker teker.. sen ki ey şehr-i İstanbul Meryem’in dua sığılığındaki mukaddesliğin kadar yer kaplayansın Kudüs de yarım bırakılmış bir düş arifesinde gözlerimi açtım sana Mescid-i Aksa işte bendeniz yarım bir ney yarısı şehr-i İstanbulda bak! işte irin toplamış yamalı yüreğimin senli cümleleri Ağlama duvarında Lût gölü bir kurşun arıyor şimdi parası peşin ödenmiş bir katile bürünürken maviliği hangi maviliğe sen derim cancağızım sol yanım ism-i nâzımını hecelerken hangi varlık sayfası tecrit eder bizi? maviliğinde uyumak istiyorum Marmara çocukluğumu Eminönü Yeni caminin avlusundaki güvercinleri bırak avuç içlerinde açan kasımpatı hüsnüyusuflardan bir taç yap saçlarımda kalsın bir miktar sen bir miktar ben kokarken akrep ve yelkovan Züleyha’nın dudaklarında ıslanan dua’msın sen can özüm Kız kulesine emanet ederken deniz kabuklarımı mavi tesbihini gözyaşlarım gusül ediyor senli cümlelerimi ey şehr-i İstanbul aç o kulaklarını duy beni ben bir gülüm kökleri sende var olan ben bir âşık’ım yüreğini mekan mesken bildiğimsin ben, benliğimden çoktan sıyrılmışken sen oldum cancağızım şehr-i İstanbul’um gordion 20/06/2011 |
kırmızı gözlerime
kilit vurdum
sensizliğin sessizliğine
--------------Çok dokunaklı dizeler... Duygu seli yüreğinize sağlık...