OĞLUM
OĞLUM
1 Sen şimdi, dağların içi gibi dolusun oğlum Hazırsın patlamaya bir dolu mavzer gibi. Sıksan, suyu çıkmaz taşların belki. Gerek de yok buna zaten, öyle değil mi? Ama en azından, Kapıları vurup da çıktığın zaman Yürüdüğün zaman Yüzüne tebessümler takınarak Aşka gelir tamahından bastığın toprak. Sen yürürken, Belki de kendin bile hiç fark etmeden Güneşli bir bahar geçer dolaştığın şehirlerden; Titrer yerin yüreği korkuyla senden. 2 Sen şimdi, Güneşin doğduğu yer gibisin oğlum Kıpır kıpırsın, Tohumun toprağı deldiği yer gibi. Her sabah, açtığında pencereni hayata, Bir çift turna geçer gözlerinin ucundan, Bir kırlangıç, yıldırım hızıyla dalar içine Tıpkı düşlerin gibi. Sen şimdi, Ağacın meyveye durduğu yer gibisin oğlum Sensin süsleyen, yürüyüşünle caddeleri. 3 Gözlerinle okşar, Gözlerinle öpersin sevdiğini bu yaşta, Korkarsın dokunmaya ellerinle… Yurdun gibi, halkın gibi büyür içinde Büyür sol döşünde aşk adına verdiğin kavga. O’nun içindir çıkışın meydanlara, O’na armağandır kazandığın her vuruşma… Ve zulanda, bir yangın büyütürsün uzaktan uzağa Canın yanar, O’nsuzluk yüreğine dokundukça. O da bilir bunu, bütün kadınlar bilir oğlum Ama söylemezler kimselere. Sadece kızarır yanakları sana bakıp gülünce Bir çığlık akar gözlerinden ipince Doğulu bir tanımsındır artık sen, Aklı çaresiz kılan, platonik bir felsefe, Onun, ışıl ışıl bakan gözlerinde. 4 Sen şimdi, taşmaya hazır bir nehir gibisin oğlum Bereketler dağıtansın geçtiğin vadilere. Ben de senin gibiydim, Anca senin yaşındaydım, Sen dünyaya geldiğinde. Baba olmak, güzel bir şeydi inan, Gökyüzünü kavramak gibi bir şeydi bütün gövdenle; Kök salmak gibi bir şeydi toprağın derinliklerine. 5 Sana bir sır vereceğim oğlum, Bunu sakın kimselere söyleme. Geride bıraktığım elli yıllık ömrümde, Üç kez mutlu oldum dersem sakın üzülme. Biliyorum ki birçok insan Bir kez bile yaşayamaz bu duyguyu ömrünce. 6 Sen, “ikisin” oğlum, “Bir avuç köz yutmaktı” diyelim birincisine. Bir sevda meselesi yani, Sen de bilirsin bunu. Yaşadındı kaç kereler, Bana hissettirmesende. Sanma ki bilmiyorum Gidip de dönmediğin geceleri! On beşinde var mıydın Natali’yi sevdiğinde? Deli divaneydin sanki Sokaklara atıyordun kendini, Ateş olup kaynıyordu içinde, O güzelim Bişkek şehri… 7 Ben de aynı yaşlardaydım seninle, Daha on beşinde var-yoktum İçime o yangınlar devrildiğinde. O’naydı yediğim her lokmanın yarısı, Onu görüyordum, baktığım her nesnede. İlk defa rakı içtim onun için meyhanelerde Ve sonra da ağladım gizli gizli yatağımda Şeri’yi başkasına verdikleri gece. Sarılıp da bir ağacı sökecek kadar Dünyayı yerinden itecek kadar doluydum oğlum İlk aşkımdı ne de olsa İlk çatlayışı içimdeki tohumun… İnsan öleceğini sanıyor, biliyor musun? Ölmeyi çok istiyor en azından Ama ölemiyorsun. İçinde, dünyayı koysan dolmayacak bir boşluk Bir ömür o boşluğu taşlayıp duruyorsun. 8 İlk aşkım diyorsam, Sanma öyle çeşit çeşit sevgilim oldu. İlk onunla kanadı içim, Onunla da acıdı durdu. Bir kurşun düşün oğlum, Sıkılmış birden bire gövdene Ve saplanıp kalmış en tehlikeli yerine. Düşün ki sen, yaralı ve suskunsun, Ve içine saplanan o mendebur kurşunu Bir ömür, taşımaya mahkûmsun. 9 Seni, onun doğmasını ne çok isterdim oysa Sana can vermesini canından… Uzatıp da boynunu ak bir kuğu gibi Kar beyazı memesinden seni emdirmesini… Birlikte olmamızı ne çok isterdim oğlum Seni birlikte sevmeyi, okşar gibi birbirimizi. Ama olmadı işte, Biz, yolumuzu kaybettik savaş mevzilerinde. Yaban ülkelere döndü içimiz Düşman ordular besledik gövdemizde. Herkes, kendi sevdasının savaşını verirken Biz, mutluluk aradık başkasının sevgisinde. 10 Ama sen, bizim gibi yapma oğlum Sakın ola yele verme sevdanı. Hiçbir deniz, Sevginden daha derin değildir inan, Ondan başka hiçbir güneş, Isıtamaz içindeki ülkeni. Gün olur da, Taşlarla kovulursan kapısından, Dövülüp itilirsen bir kedi gibi, Çekip gitme. Gücenme kaprisinden, Bir daha, bir daha dene. Bekle öfkesinin dindiği anı, Var üşü birkaç gün, yüreğinin eşiğinde. 11 Üçüncü mutluluğum, Say ki benim ilk doğumum. İlk kitabım yani benim, Yani benim yasaklı “Sorgu”m. Ellerime alışım onu sevgiyle, Sımsıcak dokunuşum ciltlerine Her yeri mürekkep kokuyor henüz, Sayfaları bile açılmamış bir düşünsene! O gün, dünyanın en iyi şairi bendim sanki Sanki ulu bir dağın üstündeydim Ve bütün dünyaya haykırıyordum. 12 İşte böyle oğlum. Şimdi, daha iyi anlayacaksın, Bazı zamanlarda neden ben Ayaz bir gece gibi soğuktum. Neden başımı kitaplara yasladım Bir kadının yüreğinden daha çok Neden bazı geceler Sabahlara kadar okudum durdum. Sizi, azarladım bazen, Oysa sözcüklere kızıyordum. Kabil olmuyordu yüreğimin tasviri. Kirli bir su gibiydi içim Bir türlü durlanamıyordum. 13 Daha mutlu olmayı isterdim tabi. Hem de çok isterdim, Bir kez olsun aynalarda Kendimi gülümserken görebilmeyi. Ne kadar isterdim, bilemezsin ne kadar Koşup da kucağıma atıldığınız akşamlar Yürekten bir kahkaha atabilmeyi. 14 Seni ve kardeşini Hayal ediyorum da bazen Kollarınızda gerçek birer sevgili Çıkıp da geliyorsunuz bir akşam vakti. Bahtiyar oluyorum sanki gerçekmiş gibi Mutlu oluyorum bütün aşklarıyla yeryüzünün Tek kurşunla dürüyorum defterini bir daha Kuduz bir hayvan gibi yüreğimde hırlayan hüznün. “Mutlu ol!” diyorum kendi kendime “Bırak şeytanlar taşlamayı içinde!” Ama olmuyor işte Söz konusu aşksa eğer, Söz konusu sevdalıksa Bir defa yanan ateş bir daha sönmüyormuş meğer Bir daha dinmiyormuş içindeki kanama. Sen, sevdanı taşlara çalma oğlum Sahip çık yüreğini açtığın kıza. Ardına bakıp da yıllar sonra İçinde bin bir çeşit pişmanlıkla Oğlun için böylesi şiirler yazma. İnsan, bir buluttur ne de olsa, Gün gelir, ayrılır artı ve eksi kutuplara. Nasıl yağmur olup yağardı yoksa? Bir nisan akşamında, sevdiğinin saçlarına. Nasıl suya dönüşürdü o buhar? İçimizde yıldırımlar çakmasa. Elbette irkilecek sesinle doğa Sen, irkileceksin arada bir acılarla. Yoksa varılmıyor hayatın duldasına Uçup da gidiyor bir zaman sonra Yüreğinle beslediğin o bencil Anka Bir başına yaşıyorsun her şey gibi kahrı da. Bir başına kalıyorsun karlı bir kış ortasında. Kayboluyor adını andığın her nesne Ölüm bile dönüp de bakmıyor yüzüne Bir kırılma yaşıyorsun iki döşünün arasında Bir ince sızı sırtının tam ortasında Yetmiyor artık kanındaki ecza Yetmiyor göğsünü zorlayan hınç Her şeyi yeniden başlatmaya. 22 Mayıs 2009/Bişkek |
Selamlarımla....